Türkiye ve Rusya Dağlık Karabağ’ın Çözümüne Öncülük Etmelidir

Azerbaycan ve Ermenistan arasında devam edegelen ve statüko babında dondurulmuş olarak nitelendirilen Dağlık Karabağ sorunu 1994 yılında imzalanan ateşkese rağmen, bugün potansiyel çatışma tehditi olarak büyümeye devam ediyor. Dış aktörler, özellikle Rusya ve Türkiye barış sürecinin devamı için daha fazla aktif rol oynamalılar. Sorunun çözümüne yönelik olarak Ankara ve Moskova Güney Kafkasya’daki müttefikleri için sıkı bir tutum sergilemeli ve çatışmanın bitirilmesini bölgedeki siyasi sürtüşmelerden daha öncelikli bir konu olarak gündemlerine almalıdırlar.

Bugün özellikle Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ilgili herhangi bir ortak hafızaya sahip olmayan genç nesil için aradan geçen yirmi yıldan sonra savaşın korkunç hatıraları solmaya yüz tutmuştur. Diğer yandan ise Bakü, Erivan ve Stepanakert yönetimleri çatışmanın devamı için faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu bağlamda, Azerbaycan’ın petrol ve gaz zenginlikleri askeri yapılanmaya büyük katkı sağlamaktadır. Azerbaycan’ın 2013 yılı için hazırladığı savunma bütçesi 3.7 milyar dolar olarak belirtiliyor. Bu, Ermenistan’ın toplam devlet bütçesinden fazla olmakla birlikte, Ermenistan askeri bütçesinin de dört katına eşit bir meblağ. Azerbaycanlı yetkililer, bölgedeki statükoyu değiştirmek için Azerbaycan’ın askeri üstünlüğünü her defasında tehdit amaçlı olarak dillendirmiş ve cumhurbaşkanı İlham Aliyev statükoya yönelik sabrının sınırlı olduğunu defalarca dile getirerek karşı tarafı uyarmıştır.

Çatışmaların büyüme tehlikesinin yaşandığı şu dönemde bölgedeki güç dengesinin Ermenistan aleyhine dönmesine rağmen, iç politikadaki gelişmeler Erivan’ın uzlaşma konusundaki etkinliğini sınırlandırmaktadır. Karabağ kökenli politikacıların oluşturduğu etki sebebiyle, Erivan’ın Karabağ konusunda taviz verme eğilimi de ortadan kaldırılmaktadır. Mevcut durum şu anda, Erivan’daki yeni nesil politikacılar ve cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile eski lider Robert Koçaryan’ın temsil ettiği Karabağ grubu arasında yaşanan siyasi çatlaklardan dolayı daha kötü vaziyete bürünmektedir.

Ermenistan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü bünyesinde Rusya’nın sıkı bir müttefiği olarak çoğunluğu Gümrü’deki 102. askeri üste olmak üzere, topraklarında 5.000 kişilik Rus askeri birliğini barındırmaktadır. Bununla birlikte, müttefik Rusya Ermenistan’a S-300 Hava Savunma Sistemi dahil olmak üzere, üstün özellikli silahlar da transfer etmiştir. Pek çok Ermeni yetkiliye göre Rus birliklerinin Ermenistan topraklarında yer alışı ve Erivan’ın Moskova’yla oluşturduğu askeri ittifak, hali hazırda Azerbaycan saldırılarının caydırılmasını sağlıyor. Rusya’nın bu ülkedeki varlığı Erivan’ın Karabağ konusundaki inatçılığını artırmakla kalmıyor aynı zamanda Ermenistan’ı, Batı ülkeleri ve Türkiye ile işbirliğini kısıtlayacak şekilde, Rusya’nın uydusu haline getiriyor. Rusya’nın Ermenistan-Türkiye sınırındaki askeri varlığı, Ermenistan’ın bağımsız bir dış politika izleyemeyişinden endişe duyan Ankara ve NATO ile de tansiyonu yükselten ayrı bir etkiye sahip.

Bakü ve Erivan’daki siyasi hareketlilik aynı sertliğe sahip şekilde devam ederken, Dağlık Karabağ’daki durum da gittikçe tehlikeli bir vaziyete bürünmektedir. Son aylarda Ermenistan-Azerbaycan sınırı boyunca temas hattında yaşanan olaylar vahim sonuçlar doğurmuştur. Örneğin, haziran ayında Ermeni ve Azerbaycanlı güçler arasındaki çatışma sonucunda dokuz kişi ölmüş ve hat boyunca karşılıklı saldırılar devam etmiştir. 2011 yılının başından 2012’nin yarısına kadar temas hattında ölen kişi sayısı resmi sonuçlara göre 63’e ulaşmıştır. Pek çok gözlemci sınır hattındaki güvensizlik ortamının oluşturduğu yerel bazlı kazaların daha büyük çatışmalara sebep olacağından endişe etmekteler.

Bölgede durumun giderek kötüleşmesine rağmen, ileriki bir dönemde referandum yoluyla bölge statüsünün belirlenmesini ve nihai gidişatta Türkiye ile sınırın açılmasını hedefleyen ve bu bağlamda Ermenistan’ın işgal güçlerini Dağlık Karabağ’dan çekmesini teklif eden Madrid Prensipleri barışı sağlayabilecek temel bir taslak olarak tartışılmaktadır. Ne yazık ki son birkaç yılda sergilenen başarısız diplomasi Madrid Prensipleri temelinde gerçekleşebilecek olan çözümü de zorlaştırmıştır.

Bakü Dağlık Karabağ’a Azerbaycan dahilinde yüksek bir özerklik sağlamaya isteklidir ancak, 1990’ların başında meydana gelen şiddet olayları yüzünden Karabağ’dan kaçarak mülteci durumuna düşenlerin (çoğunluğu etnik Azerbaycan Türkü) Karabağ’a geri dönmesini de şart koşmaktadır. Savaştan ele geçirdiği yerlerden vazgeçmesi istenen Ermenistan o zamandan bu yana hep görüşülmesi en zor taraf olarak adlandırılmıştır. Madrid Prensipleri Erivan’a, taviz vermesi şartıyla, 1993’te Karabağ meselesinden dolayı sınırlarını kapatan Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda da itici güç olmuştur. Maalesef, normalleşme süreci ise 2009 yılında Türkiye ve Ermenistan’ın imzaladığı protokollerde Azerbaycan’ın devre dışı bırakılmasından dolayı sekteye uğramıştır. Akabinde Ankara Bakü’nün normalleşme görüşmelerinde  Dağlık Karabağ’ın ön şart olarak sunulması isteğini kabul etmiştir. Ermeni yetkililer ise şu anda, herhangi bir garanti olmadan geri çekilmenin ve sınırı açmanın normalleşme sürecine ne tür bir olumlu etki sağlayacağını tartışmaktadırlar. Bazı uzmanlar Ermenistan’ın Madrid Prensipleri’ni kabul etmemesinin, pazarlık konusunda Azerbaycan’ın elini güçlendirecek bir savaş olasılığı meydana getireceği ve tahmin edileceği üzere Ermeniler’in Dağlık Karabağ’ı kaybedecekleri ihtimali üzerinde duruyorlar.

Hali hazırda çatışmanın çözüme kavuşturulması ABD, Fransa ve Rusya’nın eşbaşkanlığını yaptığı AGİT – Minsk Grubu’nun sorumluluğundadır. Minsk Grubu 1992’den beri çalışmaktadır. Fakat grup şimdiye dek sürdürülebilir bir barış süreci oluşturamamıştır. 2000’li yılların başından itibaren iki eşbaşkan Washington ve Paris önceki yıllara nazaran faal çalışmalarını devam ettirememiş ve sadece Moskova’nın yönlendirmelerini takip etmekle yetinmişlerdir. Bugün ise Dağlık Karabağ sorunu; Avro bölgesindeki kriz, Afganistan’dan çekilme ve Arap ülkelerindeki isyanlar gibi konuların yanında bir nevi önemsiz bir sorun halinde ele alınmaktadır. Ne Paris, ne de Washington uzun vadeli çözüm oluşturmak için ipleri ele alacak gibi görünmektedirler. Geriye, üçüncü eşbaşkan Rusya ve bölgenin yakın gelecekteki en önemli aktörlerinden olan Türkiye kalıyor. Rusya eski cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev sorunla çok yakından ilgilendi fakat fazla bir ilerleme sağlayamadı. Medvedev’in yerine, meseleyle daha az ilgili olarak görünen Vladimir Putin’in geçişine rağmen Moskova yönetimi, Bakü ve Erivan ile birlikte, çözüm arayışlarında merkezi konuma oturmuştur, aynen Ankara’nın yapmaya çalıştığı gibi.

Ermenistan ve Azerbaycan’dan ziyade, mülteci hareketlenmelerine sebep olacak çatışmaların yeniden başlaması temelde Rusya-Türkiye ilişkilerine zarar verebilir ve zaten istikrarsız olan bölgede dengeleri ciddi değişikliklere uğratabilir. İşe olumlu taraftan bakacak olursak, Rusya önemli bir enerji ve lojistik merkezi olan ve ekonomisi hızla büyüyen Azerbaycan’la ilişkilerini daha da geliştirmeyi istemektedir. Türkiye’nin ise Hazar Denizi ile Avrupa arasında köprü olma çabaları Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasıyla ivme kazanacaktır. Ayrıca Türkiye’nin, Arap Baharı kulvarında can çekişen diplomatik gücü de Güney Kafkasya’daki daha yapıcı gelişmelerden güç kazanacaktır.

İlerleme her konuda esneklik gerektirecektir fakat bu özellikle Moskova ile Ankara için geçerlidir. Rusya Ermenistan’ı Madrid Prensipleri’ni kabul etme ve uygulama konusunda zorlamalı ve aralarındaki güçlü ilişkilerin de bununla ivme kazanacağını belirtmelidir. Azerbaycan’ın da makul uzlaşma önerilerine açık olması ve müzakerelere yönelik daha yapıcı ortam oluşturmak için savaşı çağrıştıran tonlamalarını azaltması gerekir. Türkiye, Ermenistan’ın uluslararası hukuk çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirmesi ve Dağlık Karabağ’dan (ve 1990’lardan beri işgal edilen diğer topraklardan) çekilerek Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı göstermesini talep ederken, bu süreçte Türk-Ermeni ilişkilerinin ilerlemesi için de taleplerini yumuşatmalıdır. Ankara’nın Bakü’yü bu normalleşme sürecinde önemli bir taraf olduğuna da ikna etmesi gerekmektedir. Tüm taraflar statükonun sürdürülemez olduğunu kabul etmek zorundadır ve yine tüm taraflar kabul etmelidir ki, düşmanlıklar yeniden başladığında herkes kaybeden tarafta olacaktır.

Dr. Jeffrey MANKOFF – CSIS Avrasya Uzmanı

Mehmet Fatih ÖZTARSU – Strategic Outlook Kafkasya Uzmanı

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download