Tek çözüm Türkiye’yi mahkum etmek mi?

Her yıl ABD tarafından hayal kırıklığına uğratılan Ermeniler soykırım kelimesinin söylenişi ile dünyanın daha iyi bir yer olacağı düşüncesinden, Türkiye de stratejik öneminden dolayı vazgeçilemez oluşunun kendisine yarar sağladığı saflığından vazgeçmelidir. 

Bu yıl 24 Nisan sendromu Türkiye ve Ermenistan başta olmak üzere Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerde gelip geçici etkisini göstererek sona erdi. Kimi ülkelerde Türk konsolosluklarına saldırılar gerçekleşti, kimi ülkelerde Türk bayrakları paspas haline getirilerek üzerinden geçildi veya yakılarak “insanlığa karşı işlenen suç” kınandı. Adet olduğu üzere, tarihi meselenin vuku buluşuyla kaç kişinin öldüğü, devletin aslında ne yapmak istediği ve bunun kendimize göre soykırım olup olmayacağını tartışmak sürekli tekrarlanan konulara yenisini eklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Ermeni meselesine daha farklı yaklaşımlar sergilemenin ve meselenin çözümü için açık açık konuşmanın zamanı gelmiştir. Her yıl olduğu gibi ABD tarafından büyük hayal kırıklığına uğratılan Ermeniler soykırım kelimesinin söylenişi ile dünyanın daha iyi bir yer olacağı düşüncesinden ve Türkiye de stratejik öneminden dolayı vazgeçilemez oluşunun Ermeni meselesinde kendisine yarar sağladığı saflığından vazgeçmelidir. 

Avrupa’nın sorunu 

Meselenin arka planı anlaşılmadan ve o dönemin dünya şartları göz önünde bulundurulmadan tahlil yapmak geçmiştekiler ve bugün yaşayanlar için büyük haksızlık olur. Ermeni sorunu esasen Türk devlet sisteminden rahatsız olan ve bu milleti “eğitilmesi gereken barbarlar” olarak nitelendiren Avrupa’nın icat ettiği Doğu Sorunu’nun devam eden bir uzantısıdır. Türkler’in Avrupa’daki gelişmelere uyum sağlayamamasıyla zirveye çıkan bu karşıt yaklaşım Osmanlı idaresindeki farklı etnik ve dini unsurlar üzerinde siyaset üretme cesareti doğurdu. İlk başta Balkanlar’a yapılan müdahale ve ardından Doğu Anadolu’da Ermeni unsurunun serbestliğini sağlayacak politikalar bu topraklardaki kırılmaları meydana getirdi. Artık Avrupa’ya yakışmayan bu idare sisteminin ya kısa zamanda kendisine çekidüzen vermesi ya da idarenin tamamen el değiştirmesi gerekmekteydi. Nitekim Osmanlı’ya dayatılan reform hareketleri hem ekonomik hem de siyasi anlamda iyi yürütülememiş ve devlet kısa zamanda Batı’nın oyuncağı haline gelmişti. Niyazi Berkes “Tanzimat rejiminin asıl başarısızlığı, Osmanlılık ideolojisinin yansıttığı ekonomik çağdaşlaşma başarısızlığındadır” der ve ekler: “Osmanlı, Avrupa siyasası içine girdiği dönemde hem kendi topraklarındaki halkların uluslaşma akımlarının başlamasıyla hem de Avrupa’da gelişen ulusal ekonomilerin istilasıyla karşılaştı.” Bu istilalarla baş edemeyen idarenin acilen yapması gereken şey, azınlıklarla ilgili düzenlemeleri doğru bir şekilde yerine getirmesi ve Müslüman burjuvazinin doğuşunu da çatışmalara meydan vermeden gerçekleştirmesiydi. Nitekim idarenin en büyük hatası bu konuda olmuştur.

Büyük kopuş…

İngiltere ve Rusya için paha biçilemez önemde olan Hıristiyan halkların ulus-devlet haline getirilme projesinde Ermenilerin ayrı bir önemi vardır. Kurulan çeşitli çete ve örgütler yoluyla anarşi ve terör yayılacak, bölge müdahaleye açık hale gelecekti. Doğu’da katliam faaliyetleri, Osmanlı Bankası baskını ve Sultan II. Abdülhamid’e düzenlenen suikasta kadar dış destekli örgüt eylemlerinin nihai amacı Balkanlar örneğinde olduğu gibi, bağımsızlığa giden yolu açmaktı. 1908 yılında Türk, Rum, Yahudi, Ermeni, Kürt, Çerkez tüm unsurların mutabakatıyla bayram havasında ilan edilen İkinci Meşrutiyet’le birlikte azınlık sorunlarını kolayca çözeceği düşünülen Osmanlı’nın başına yeni bir bela açılmıştı. Unsurlar arasında yeşeren mutabakatı bozacak olan Adana olayları Meşrutiyet’in sağladığı huzur ortamını kısa sürede bozdu ve halklar çatışmaya zorlandı. Bu dönemde Müslüman ve Ermenilere silah dağıtan din görevlileri çatışmanın alevlenmesini ve büyük kopuşun gerçekleşmesini sağladılar. 

Balkan Harbi bozgununun devlet düzeyinde oluşturduğu huzursuzlukla, yaklaşan dünya savaşı arifesinde Osmanlı Meclisi’ndeki pek çok Ermeni yeniden terör faaliyetlerine sarılmış ve hatta dönemin Van Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan’ı dahi bu faaliyetlere destek vermediği için öldürmüşlerdir. Dünya Savaşı’nda Ermenilerin Rusya yanında yer alması için çalışan Andranik Ozanyan ve Karekin Pastırmacıyan gibi isimler bir milletin felaketine sebep olarak tarihe geçmişlerdir. Fakat bu kişiler halâ halk kahramanı olarak anılırlar.

Dünya Savaşı döneminde yaşanan malum olaylar sonucunda gerçekleşen trajedinin halklar arasında en baştan beri var olan sürtüşmelerden kaynaklandığının bilinmesi gerekir. Bugün sosyalist zeminde Kürt-Ermeni kardeşliği ve mazlum halklar temasında sürdürülen tiyatronun temelinde de o dönem yaşanan acı verici olaylar ve bundan yarar sağlayanların günahlarını örtme isteği yatmaktadır. Ermeni meselesi konuşulurken, nedense, sürekli atlanan Berlin Antlaşması’nın detaylıca tartışılması gerekir. 1878’de imzalanan antlaşmanın 61. maddesinde Osmanlı hükümetinin Ermeni halkını Kürt ve Çerkes unsurlara karşı korumaya alacağına söz verdiği ve alınan tedbirleri Avrupa’yla paylaşacağı yer almaktadır. Meselenin Türk-Ermeni meselesinden çok Kürt-Çerkes-Ermeni meselesi olduğunu anlatan Garo Sasuni’nin “Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. yüzyıldan Günümüze Kürt-Ermeni İlişkileri” kitabı farklı bir tarihsel perspektifle yüzyıllardır bölgede esas olarak kimlerin çatışma halinde yaşadığını açık bir şekilde vurguluyor. Hem Osmanlı’nın izlediği hatalı politikalar hem de bölgede Rusya ve İran arasında gidip gelerek Kürt aşiretlerin baskısı altında yaşayan Ermenilerin durumu anlatılmakta. Bugün Ermenistan’da da, Anadolu’daki Ermeni mülklerine el koyanlar konusunda önemli tartışmalar yaşanmakta ve yakın gelecekle ilgili öngörüler oluşturulmaktadır.

Artık Türkiye’de rahat bir şekilde soykırım anma törenleri, Türkiye’nin mahkum edilmesini talep eden konferanslar, insanlık suçunun kabul edilmesini isteyen yürüyüşler tertiplenebilmektedir. Denebilir ki, tüm bunları Türkiye’de yapmak Ermenistan’da yapmaktan kolay hale gelmiştir. Ayrıca Türkiye’de karşıt duruşlar sergilense de Ermenistan bayrağı yakılmamakta, komşu ülkeyle diyalog sağlanması için milliyetçi kesimlerden de destekler gelmektedir. Peki, meselenin çözümü için Türkiye’yi mahkum etmek yeterli midir? Ya da bu olayların tarihte kaldığını söylemek çözüm müdür?

İnsanlığa karşı işlenen suçlar

Başta Ermeni siyasetçiler ve diaspora olmak üzere meselede Türkiye’yi tartışmasız suçlu bulan kesimlerin ifade ettiği en ilginç nokta “insanlığa karşı işlenen bu suçun yeniden yaşanmaması için geçmişle yüzleşilmesi ve soykırım yapıldığının dil ile ikrar edilmesidir.” Bir başka çözüm önerisi ise, tüm günahın dönemin Osmanlı siyasetçi ve aydınlarına yıkılmasıdır. 

Birinci noktada, halen Dağlık Karabağ’da işgalini devam ettiren Ermenistan gündeme getirilmemekte ve orada yaşanan insanlık suçu “özgürleştirme hareketi” olarak nitelendirilmektedir. Buna ek olarak ASALA tarafından düzenlenen terör saldırıları sonucunda hayatını kaybeden onlarca Türk diplomatı hatırlanılmamaktadır. İlginç bir durumdur ki, ASALA elemanı Levon Ekmekçiyan üzerinden Türkiye yeniden suçlu duruma getirilmek istenmektedir. 1982 yılında 9 kişinin ölümüne ve 72 kişinin yaralanmasına sebep olan Esenboğa Havalimanı saldırısının faillerinden Levon Ekmekçiyan’ın haksız bir şekilde darbe mahkemesi tarafından idam edildiği ve Türkiye’nin insanlık suçuna devam ettiği yönünde propagandalar sürmektedir. ASALA’nın tarihte kalan bir mesele olduğunu, bu yüzden tartışmaya gerek kalmadığını belirten vicdanların, 1915’le ilgili bildik konuşmaları sürdürmeleri haksız bir davranıştır.

İkinci noktada ise, dönemin tüm Osmanlı siyasetçi ve aydınlarını trajedinin baş faili olarak suçlayıp meselenin bu şekilde çözülmesini isteyen kesimlerin ise başta Said Halim Paşa, Said Nursi, Mehmet Akif, Halil Kut ve Nuri Paşa gibi önemli isimleri de bu günah perdesi altına sokmaları gerekmektedir. Hem İttihat ve Terakki bünyesinde olmak hem de Teşkilat-ı Mahsusa için çalışmış olmak suç ise, milli ve manevi değerlerin öncüleri olan isimlerin de bu şekilde günahkar olarak adlandırılmaları gerekecektir. Buna ek olarak, Sultan II. Abdülhamid döneminden bugüne kadar çeşitli terör, katliam ve anarşi faaliyetini sürdüren Ermeni çetecilerin ve terör örgütü mensuplarının da kahraman olarak yüceltilmemesi ve bu meselelerin, ASALA savunmasında olduğu gibi, tarihte kaldığını kabul etmek gerekmektedir. Adı ister burjuvazinin el değiştirmesi olsun, ister Türk-Ermeni, Kürt-Çerkes-Ermeni çatışması olsun, ister Rus-İngiliz kışkırtması olsun, ister mukatele… Eğer herkes bunların yapılmasından yana ise, sorun kalmamış demektir. 

Mehmet Fatih ÖZTARSU – Star Gazetesi / 27.04.2013
http://haber.stargazete.com/acikgorus/tek-cozum-turkiyeyi–7cmahkum-etmek-mi/haber-749182 

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download