Türkiye’yi Doğru Anlayan ve Tanıtan Genç Türkler

Bünyesinde bulundurduğu çeşitli unsurlar ve zenginliklerden dolayı çatışma potansiyeli daima yüksek olan Orta Doğu’ya yönelik olarak ABD politikalarının yeni dönemde stratejik partner ülkeler aracılığı ile farklılığa uğrayacağını ön görebiliriz. Bu partner ülkeler Türkiye ve İsrail. Bu iki ülke ilişkilerinin büyük gerilimler yaşamasından dolayı enerjisini büyük ölçüde bu ilişkileri düzeltmeye harcayan ABD’nin Orta Doğu’daki öncelikleri arasında Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi yer alıyor. Bu yüzden ilişkilerin ABD’ye bakan yönüyle ilgilenen Washington, farklı yöntemlerle ilerleme sağlamayı umuyor.

Türkiye’ye olan yakın ilgisini açıkça beyan eden Obama yönetimi, devlet düzeyindeki ilişkilere paralel olarak geleceğin liderlerinin yetiştirilmesi ve bunların reel siyasete yönelik olarak donatılması amacıyla oluşturduğu programlar dizisini sürdürmekte. Yakın bir dönemde başlayan ve her yıl farklı katılımcılarla tekrarlanan, Amerikan Dışişleri tarafından desteklenen Young Turkey Young America programı da, ABD’nin son derece önem verdiği faaliyetler arasında yer alıyor. Katılımcısı olduğum ve ABD koordinatörlüğünü Atlantic Council’in, Türkiye koordinatörlüğünü İstanbul Policy Center’ın yaptığı bu program bünyesinde ABD’nin iç ve dış politikasının, ekonomisinin, başta Orta Doğu olmak üzere dünya bölgelerine olan yaklaşımının ve en önemlisi; Türkiye ile olan sağlam ilişkilerinin çeşitli boyutlarını ele alan çalışmalarda bulunduk. Diyebilirim ki, bu politika ve liderlik programı Türkiye-ABD ilişkilerini derinden anlamamızı sağlamakla beraber pek çok farklı ülke ve bölge ilişkilerini de tahlil etmemize yardımcı oldu.

En başta itiraf etmemiz gereken bir konu var ki, ABD’deki düşünce kuruluşları ve sivil toplum örgütleri çok faal çalışmakta ve dünya bölgelerini kendi ülkeleriymiş gibi tanımaktalar. Elbette bunu Türkiye ile kıyas etmek bile abes kaçabilir ancak sorumluluğumuz olduğunu iddia ettiğimiz komşu bölgelerle ilgili dahi yeterli uzmanımızın olmadığını görüyoruz. Türkiye’nin demokratikleşme sürecini Tanzimat’tan bugüne kadar çok farklı yönleriyle ele alan yakın tarih uzmanları, bölgedeki Sovyet ve Baas sonrası dönüşümü ciddi boyutlarıyla tartışan ve gelecek senaryoları üreten analistleri, Karadeniz ve Irak’taki enerji potansiyelini Türkiye’nin ne şekilde değerlendirebileceğini anlatan stratejistleri bunlardan sadece bazıları… Türkiye’nin bu konuda Amerikan vizyonuyla kat etmesi gereken çok yolu var. Çünkü bu konular doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren hassas mevzular.

Fakat ABD’nin de Türk vizyonuyla edinmesi gereken özellikler de bulunuyor. Örneğin, bölgede yüzyıllardır varlığını sürdüren egemen milletlerin hassasiyetlerinin farkında olmak, bölgenin sahip olduğu dini ve etnik farklılıkları idare edecek çimentoyu oluşturmak ve ufak siyasi adımların dahi tüm ilişkileri tümden değiştirebileceğini bilmek. Ancak bunların edinilebilmesi için Türkiye’nin kendisini ifade etme sorunundan kurtulması gerekiyor. İki tarafın vizyonunu mevcut sorunları ele alarak değerlendirebiliriz. Fakat terazinin Türkiye kısmının eksik kalmasının en büyük nedeni, bölge stratejilerinin yanlış yönlendirilmesi ve hatalı bilgilendirme mevzularında Türkiye’nin yeterince kendisini ifade edememesidir.

Bunları ABD tarafından bakarak örneklendirmemiz mümkün. Çünkü program boyunca görüştüğümüz ve tartıştığımız uzmanların, askerlerin ve akademisyenlerin yaklaşımları pek çok ortak noktada buluşarak genel Amerikan vizyonunu oluşturuyor.

İsrail ile ilişkiler: ABD son dönemde çok ciddi ve ısrarlı bir şekilde Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleştirilmesi ve eskiden olduğu gibi güçlü stratejik işbirliğinin kurulması üzerinde duruyor. Bu mesele ABD için, sadece iki ülkenin rayından çıkan ilişkilerini değil, tüm bölgeyi istikrarsızlığa bulaştıran bir konuyu temsil ediyor. Mısır, Lübnan, Suriye ve hatta Kıbrıs meselesinin gidişatı dahi bu konuyla birlikte yorumlanmakta. Türkiye’nin İsrail’den talep ettiği özür dileme ve Filistin’deki ablukayı kaldırma mevzularının karşı tarafça kabul görmemesi ise ayrı bir kriz oluşturmakta. Çünkü ABD İsrail’i bu konuda ikna edemiyor. Karşı argüman ise, Türkiye’nin Hamas’ı sahiplendiği ve İsrail terminolojisine göre “Filistinli teröristler”i milli dava haline getirmesi. ABD’deki Yahudi lobilerinin de düşüncesi bu yönde olduğu için herhangi bir ilerleme sağlanamıyor. Lobilere göre, Türkiye mutlak surette olumlu adım atmalı. Çünkü onlara göre, Türkiye’yi uluslararası arenada Ermeni meselesi, PKK sorunu, Kıbrıs meselesi gibi konularda anlayabilecek ve savunabilecek tek ülke İsrail. Tabii, bu da karşılıklı anlayış ilkesiyle mümkün olacak bir durum.

Suriye meselesi : Amerikalı uzmanlar için Türkiye Suriye konusunda fedakârane yaklaşımlar sergilemiştir. Çünkü Türkiye dışında hiçbir ülke on binlerce mülteciyi kabul etmezdi. Fakat muhtemel bölünmeye, Suriye istihbaratının güneydoğudaki faaliyetlerine ve PKK’nın durumu fırsat olarak kullanmasına karşın Türkiye ABD’ye muhtaçtır. Libya modelinin burada uygulanamayacağı gibi, herhangi bir askeri müdahale de sonuçları ağır olabilecek bilançoyla sonuçlanabilir. Bu yüzden Türkiye’nin kendi başına hareket etmemesi gerektiği belirtiliyor. Fakat güney komşusunda artan istikrarsızlık ve çatışmalardan büyük zarar gören Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntılar maalesef dile getirilmiyor. Şam yönetimine karşı büyük temkinle yaklaşan ABD’nin bu işi uzun vadeli planlarla ele alacağı aşikar iken, Türkiye’nin fedakarlıklarını sürdürmesi bekleniyor.

Ermeni meselesi : Ermeni meselesi iki tarihe sıkıştırılmış durumda : 1915 ve 2015. 1915 için bilindik söylemler tekrar edilerek tarihçilerin meseleyi tartışması gerektiği belirtiliyor. Ancak arşivleri kimin açması gerektiği ve ABD’de Türkiye aleyhine kimlerin çalıştığı konusuna değinilmiyor. Zaten ASALA faaliyetleri kimsenin hatırında dahi değil. 2015 için ise, Türkiye’nin dikkatli olması ve mümkünse olumlu adımları devam ettirmesi gerektiği dile getiriliyor. Fakat mevcut durumda Karabağ sorunuyla ilgili olarak ABD’nin Minsk Grubu bünyesindeki faaliyetlerinin eski etkisini kaybetmesi fazla konuşulmuyor, ki bu konu Türkiye’nin Ermenistan’la normalleşme sürecine ön şart olarak sunduğu önemli bir bölgesel sorundur. Ermeni lobileri konusunda ise; ABD’deki Türkler’e karşı kısıtlama ve engelleme faaliyetlerine yönelik olarak ABD’nin yapabileceği bir şey görünmüyor. Çünkü kongrede çoğunluğu etkileyen Rum ve Ermeni lobilerinin “demokratik haklarını” kullanarak hareket etmesi karşısında yapılacak bir şey yok.

Kürdistan söylemi : Şüphe yok ki, ABD’de Irak’ı yakından tanıyan çok önemli uzmanlar var. Ayrıca her geçen gün Irak, Suriye ve İran üzerine yoğunlaşan analist sayısı artmakta. Bunlar Türkiye’de olduğu gibi masa başından değil, bizzat bölgedeki liderler ve oluşumlarla yakın ilişkiler kurarak bölgeyi tahlil etmekteler. Fakat ihmal edilen ve gözden kaçan bir durum var ki, bölgenin bütün olarak Kürdistan şeklinde ele alınması başta Türkiye olmak üzere belirli çevrelerde büyük rahatsızlık uyandırıyor. Bunun sadece coğrafi bir söylem olarak kullanıldığını belirten uzmanlar Türkiye ve diğer komşu ülkelerin hassasiyetlerini yeterince ölçememiş bulunuyorlar. Unutulmaya yüz tutan Kuzey Irak ifadesinin Kürdistan’a evrilmesinin coğrafi söylemden çok, jeopolitik temellere dayandığı açık bir gerçek. Orta Doğu’nun egemen milletlerine yeni bir unsurun eklenmesi kabul edilebilir ancak sınırların ve hakimiyet alanlarının Birinci Dünya Savaşı’ndaki yaklaşımlarla tahlil edilmesi büyük sorunlar doğurabilir. Nitekim bugün aynısına şahit oluyoruz.

Kıbrıs meselesi : Kıbrıs konusu artık Türkiye’nin karşısına çıkan sade bir ada sorunu değil. İsrail de, Ermenistan da bunu karşı argüman olarak kullanmaya başladılar. İlk olarak, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın işgal olarak değerlendirilmesinin temeli bilgi eksikliklerine dayanıyor. Adanın yaşadığı sorunlar, Birleşmiş Milletler’e ait kararlar ve mecburi müdahale bir yana, adanın birleşmesinden yana tavır koyanın hangi taraf olduğu da dile getirilmiyor. Bu işin İsrail boyutuna bakan kısmı, karşılıklı anlayış boyutunda Türkiye normalleşme sağlarsa konuyu“görmezden gelme”  ve uluslararası arenada Türkiye’yi destekleme sözü, Ermenistan’a bakan boyutunda ise “Karabağ’ı savunmadan önce Kıbrıs’a bak” uyarısıdır. Bu meselede ABD’deki hatalı yaklaşımlar kadar Türkiye’nin kendisini ifade etme sorunu da büyük önem taşıyor. Türkiye Kıbrıs konusunda da hassasiyetlerini yeterince anlatabilmiş değil.

Saydığımız bu konular Türkiye’nin bölge ve dünya siyasetindeki konumunu doğrudan ilgilendiren temel meselelerdir. Türkiye’nin şimdiye kadar eksik kaldığı ve yanlış anlaşıldığı konularda ilerleme sağlanabilmesi için verimli kadrolar oluşturulmalı ve etkili uzmanlar yetiştirilmelidir. Umuyorum ki, ABD ile ilişkiler çerçevesinde Young Turkey Young America gibi programlar vasıtasıyla Türk gençleri, Türkiye’nin büyük düşünceler okulu ABD’den ne şekilde gözlemlendiğini ve dolayısıyla diğer ülkelerin Türkiye’ye olan yaklaşımlarını sağlıklı bir şekilde görecek ve ülkece eksik bulunduğumuz konuların farkına varacaktır. Çünkü esas mesele, dünyaya kendimizi doğru ifade edebilme ve dünyayı tanıma meselesidir. Dünya, bulunduğumuz yerden baktığımız kadar değildir.

Mehmet Fatih ÖZTARSU

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download