Türkiye’nin düzelmeyen imaj sorunu

Turistlerin tatil dönemlerinde dünyanın farklı bölgelerine yaptığı seyahatler değişik kültürlerin tanınması için büyük önem teşkil ediyor. Özellikle üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye’yi ziyaret eden turistler, burada Türkleri daha yakından tanıma adına önemli fırsatlar elde ediyor. Dışarıda lobiler aracılığı ile kendimizi tanıtmak için ne kadar masraf yaparsak yapalım, topraklarımıza gelmiş tek bir misafirin hakkımızdaki güzel gözlemi çok daha etkili oluyor. Çünkü biz fark etmesek de yabancılar bizlerle ilgili derinlemesine gözlemlerde bulunuyor ve genel olarak Türkiye ile ilgili övücü izlenimlerini kendi ülkelerinde paylaşıyor.

Ancak bu yaz mevsiminde (hatta Ramazan ayında) maalesef Türkiye bazında yaşanan bazı tatsız olaylar, hakkımızdaki olumlu izlenimleri ortadan kaldırdı. Uzakdoğululara yönelik saldırılar ve bu saldırıların belli gerekçelerle mazur görülmesi, dünya kamuoyunun Türkiye algısını olumsuz yönde etkiledi. Kardeş Kore’nin televizyon kanalları dahi Türkiye’yi kınadı.

Şu sıralar yabancı uzmanların bize Türkiye ile ilgili sorduğu ilk soru, yabancı düşmanlığıyla ilgili. Bu konunun oluşturacağı silsilede yer alan Kürt meselesi, Ermeni meselesi gibi mevzulara yönelik değişen bakışı da tahmin etmek mümkün.

İmaj her şeydir. Bu durum, içinde bulunduğumuz çağa has bir şey değildir. Diyebiliriz ki, son yüzyıllarda yaşadığımız gerilemenin önemli bir kısmını imaj sorunu teşkil etmektedir. Hatta Osmanlı’nın gerilemesi ve yıkılışında da imaj mevzusunun büyük yeri vardır denebilir. Bunu çok sağlam argümanlarla ortaya koyabiliriz.

Özellikle 1821′den itibaren Yunan İsyanı sebebiyle Osmanlı yönetiminin aldığı sert önlemler Batı kamuoyunda zaten bir süredir devam eden olumsuz bakışı büyütmüştü. Avrupa’nın sahip olduğu yüksek değerlerin mirasçısı olarak tanımlanan Yunan halkına karşı, medeni çizgiler doğrultusunda ilerlememekte ısrar ettiği düşünülen Türklerin bozuk imajı süreç boyunca önemli roller oynamıştı. İsyanlara eski yöntemlerle karşılık verip, Patrik Grigorios’u idam ederek cesedini sokaklarda teşhir ettirmek de haklıyken haksız duruma düşmenin Türkçesi’ydi. Bu gibi olaylarla kendi imajımızı kendi elimizle bozma alışkanlığına kavuşuyorduk.

Batı’ya göre 19. yüzyıl gibi bir modernleşme sürecinde bir dini önderi katletmek, isyancıları kazığa oturtmak gibi yöntemleri uygulayan Doğu despotizmi evvela eğitilmeliydi. Nitekim bu anlayışla Osmanlı’ya gönderilen çeşitli eğitmen ve müfettişlerin görevi de Avrupa’da toprakları bulunan bir imparatorluğun, aydınlanmanın gerektirdiği hedeflere ulaşmasını sağlamaktı. Bunun siyasi yansımalarını o yüzyıl boyunca izlemek mümkündür. İlk çaba, Osmanlı’yı bölgesel dengeleri bozmadan eğitip Avrupa’ya layık bir hale getirmekti. Bunun mümkün olmadığına inanan siyasetçilerin yönetime geldiği dönemlerde ise Osmanlı’yla ipleri koparmaya hazır bir Avrupa bulunuyordu.

“Korkunç Türk” imajı

Uluslararası arenada Ermeni meselesiyle ilgili olarak sık sık Türkiye imajını düzeltmek için uğraşan Batılı uzman Justin McCarthy’nin “The Turk in America” kitabında, bahsettiğimiz imaj konusu derinlemesine ele alınmış. Türk algısının Batı’daki karşılığını siyasi, dini, tarihi ve kültürel dinamiklerle inceleyen McCarthy, 1932 yılına ait şu çarpıcı verileri sunuyor: Princeton Üniversitesi’nde “Racial Stereotypes” adlı ırkların özelliği konulu bir ankette İngilizler centilmen, Almanlar bilimsel zekâsı yüksek, Amerikalılar zeki ve girişken olarak tanımlanırken Türkler yüzde 54 acımasız, yüzde 24 hain ve sonrasında hilekâr, gaddar, pis olarak tanımlanıyor. Benzer anket 1950′de öğrencilere uygulanır ve aynı oranlarda olumsuz Türk imajının devam ettiği görülür. 2000′li yıllara doğru bu oranın biraz daha değişip olumsuzluğun azaldığını ancak sona ermediğini belirten McCarthy, “Korkunç Türk” imajının Amerikan kültüründeki yerinin kaybolmadığının altını çizmektedir.

Bu adlandırmaları oryantalist yaklaşım olarak yorumlayabiliriz. Verilerin mesnetsiz olduğunu, alışkanlık olduğu üzere, şanlı ve pak tarihimizi çekemeyen Batılıların bizi kötü olarak adlandırdığı mazeretine sığınabiliriz. Tarih boyunca ve bugün bizi korkunç olarak tanımlayacak olayları elbette tasvip etmediğimizi söyleyebiliriz. Fakat bu mazeretler dünyadaki imajımızı düzeltmeye yaramıyor. Tam aksine, sadece Türk’ün Türk’e reklamıyla, bu iddiaları destekleyecek olumsuz olayları engellemeyerek işin daha vahim boyutlara ulaşmasını sağlıyoruz. Sonuçta, 2015 yılında “çekik gözlü ayrımının hatalı yapılmasından” dolayı yanlış turistlerin dayak yediği ve bu sebeple konsoloslukların basıldığı bir Türkiye’den bahsediyoruz.

Meselenin arka planını anlayabilmek için modernleşme sürecinde fersah fersah gerisinde kaldığımız Batı’nın yaklaşımlarını ve kendi hatalarımızı ölçüp biçmekte fayda var. Evvela “barbar” tanımına çoğu medeniyette; hakkında bilgi sahibi olunmayan, yabancı ve rahatsız edici kuvvetlere yönelik yapılan bir adlandırma olarak rastlıyoruz. Bir zamanlar İngilizler Fransızlar için, Müslüman Araplar Hintliler için, Avrupalı sömürgeciler kapalı kutu Japonlar için birer barbardı. Zaman ilerledikçe ve milletler birbirini tanıdıkça bu adlandırmanın sadece geri kalmakta ısrar eden, çağdaş dünyayı yakalayamayan toplumlar için söylendiğini görüyoruz. Osmanlı ise zamanla Avrupa ile yan yana olan ve barbarlığa uymayan bir tanım içerisinde sadece geriliğinden bahsedilen bir devlet olarak görüldü. Zaten Rusya’dan aldığı darbelerle sırtını doğrultamaz hale gelmesi, onun artık ümitsiz bir durumda olduğunu gösteriyordu. İlerlemesi mümkün olmayan “Hasta Adam” iyimser bir yakıştırmaydı ancak 19. yüzyılın sonunda artık varlığına katlanılamayan “istenmeyen adam” durumuna geçmişti.

Niyazi Berkes, Avrupa’nın Osmanlı-Rus mücadelesini aydınlıkla-karanlık, barbarlıkla-uygarlık arasındaki bir savaş olarak gördüğünü ifade eder. Örneğin çok önemli bir eseri olan Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı kitabında istenmeyen Türk imajının 17. yüzyıldan itibaren nasıl işlendiğini gözler önüne sermekte ve Constantin François, Baron de Tott gibi isimlerin Türklere aşağılayıcı bakışını da sebepleriyle incelemektedir.

Ermeni meselesinde de yüz yıldan fazla bir süredir imaj mücadelesi veren Türkiye’nin bugün dünyaya insan haklarına saygılı bir medeniyet portresi sunma girişimi inandırıcı görünmüyor. Sokaklarda “Ermeni avı”na çıkma tehditlerini savuran, Çinli kanının burunlarda tüttüğünü söyleyen ve gerçekten dünyanın geri kalanını kendisinden daha aşağı görme eğilimini artıran bir anlayışla dünyanın bize inanması çok zor.

Peki, Ermeni tehcirini son derece konforlu şekilde gerçekleştirdiğimize tüm dünyayı inandırmak için çalışırken, şimdi de yabancı düşmanı ve barbar olmadığımızı mı ispata çalışacağız?

Mehmet Fatih ÖZTARSU

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download