Modernleşmede Tutarsızlıklarımız

Teknolojik gelişmelerin, hızlanmasında en büyük paya sahip olduğu küreselleşme sürecine ait siyasi ve fikrî temellerin aslında tarihî arka planı araştırıldığı zaman sistemli bir çalışmanın sonucunda üretilmiş bir “küçültme ideolojisi” olduğu anlaşılacaktır. Tabii şu zamandaki meşhur “Küreselleşme kaçınılmaz bir gidişat mı yoksa planlı bir işleyiş midir?” sorusuna ne Türkiye, ne Azerbaycan ne de başka bir ülke kesin cevap veremez. Azerbaycan için Ali ve Nino örneğini verebileceğim bir bakış açısı var. Acaba hangisi? Yüzünü Doğu’ya veya Batı’ya dönmek, bunun getirileri, kültürel köke sahip olmak ve şahsi tercihler… Belki de hepsini birbiriyle yoğurup yeni bir yaşam tarzı oluşturmak. İki ülkenin de hemen hemen aynı şeyleri yaşadığı yakın tarihimize bakmakta yarar var.
 
Dünya genelinde istisnasız olarak Avrupa kapitalizminden etkilenmeyen ülke bulunmamaktadır. Tarihte son beş yüz yıl içerisinde kapitalist sistemin etkisiyle bir blokun diğerini ezdiği dönemler yaşanmış ve bunun sonucunda ezilenin ezene duyduğu veya duymak zorunda olduğu sempatik yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.

Yeni dünyaları keşfetmesiyle gerek insan gücüne gerekse doğal kaynaklara göz diken Batı, kapitalist sürecinin şeklini ve manasını da değiştirme yoluna gitmiştir. Yaptığı işlerin doğru olduğu düşüncesini oluşturmak için kendinden üretilen ideolojiler, tanımlamalar ve kendi uyduları olan aydın sınıfları aracılığı ile dünyaya “zulüm” olarak görünen bu sistemi, adeta imrenilecek bir kalıba dönüştürmüş ve buna modernleşme adını koymuştur. Batı’nın sunduğu modernleşme, yoğrulması gereken kökü “modernite” den apayrı bir oluşum.

Artık ezilen dünya bundan böyle kendisini ezen büyüklerinin hayat tarzını benimseyecek ve onlarla kaynaşma içerisine girecekler. Bu, tüm dünya insanlarının hızlı bir yakınlaşma sürecine gireceğinin de göstergesiydi. II. Dünya Savaşı sonrası en büyük güç konumundaki ABD, Soğuk Savaş dönemine girmiş ve bu süreç Sovyetler’in yıkılışı ile son bulmuş, dünyanın iyi kalpli koruyucusu kapitalist küreselleşmenin devamı ve kendi konumunu sarsmayacak, kendisini yüceltecek yeni bir oluşum/hareket aramıştır.

Bu yeni düşman, ABD’nin acilen bulması gereken bir sistem olmalıydı. Çünkü kendisi ancak bir düşman ile karşı karşıya kalınca barışçıl ve demokratik mücadeleci görüntüsü verebiliyordu. 1993’te Foreign Affairs’te Samuel Huntington’ın “The Clash of Civilizations” yani Medeniyetler Çatışması tezi ortaya atıldı.1 Temelinde dünya halkları ile terör kökenli, karanlık tehlike olan İslamcı yapılanmanın karşı karşıya olduğu görüntüsü bulunan bu tez aslında 1964’te planlanmış bir sistemin dünyaya ilân edilmesinden başka bir şey değildi.

Aynı tarihte Siyonist destekçisi ve Ermeni meselesinde karşı görüşü benimseyen Bernard Lewis Orta Doğu’daki problemlerin sebebinin devletler arası anlaşmazlık değil, medeniyetler çatışmasından kaynaklandığını söylüyordu.2 Soğuk Savaş’ın bitimine yakın bir zamanda da söylemini yenilemiş ve son işi Huntington’a bırakmıştır.3 Kızıl tehlikenin bitiminden kısa bir süre sonra “yeşil tehlike” boy göstermiş ve tarihsel misyon şevki ile büyük iyi adam harekete geçmiştir.
 
Aslında Avrupa’nın dünyaya dikte ettiği modernleşme meselesinin asıl amacı sömürgeleştirmekti. Avrupa’nın sunduğu modernleşme, kelime babası olan moderniteye tamamen zıt olan bir kavramdır. Eğer ortada modernleşme ihtiyacı varsa, bunu devletlerin kendi iradeleri ile yapmaları, kendi kültürel, etnik ve geleneksel yapılarına uygun bir hale sokmaları gerekir.

Avrupa’dan ithal edilen düşünce sisteminin 19. yüzyılda çok uluslu (multinational) devletlerdeki etkisi çok büyük tahribatlara sebep oldu. Çünkü toplumsal zemin ulus-devletlerin yaşamadığı bir zemin. Farklı etnik yapılara sahip olan devletler, taklitçilik esasında belirli hareketlerle büyük zararlara uğradılar ve kendi kendini sömürgeleştirme (auto-colonisation) durumuna maruz kaldılar. O dönemde Osmanlı Devleti eski gücünü yitirmesinden dolayı özüne dönme çalışmaları yaptı fakat başarı sağlanamadı. Avrupa merkezli yetişkin Avrupaî aydın sınıfın telkinleriyle kopyalama metodunu uygulayıp modernleşme hareketlerine sarıldı.

Halbuki bir devletin öncelikle kavramsal boyutta kendini sınaması, kendince anlamlar üretmesi gerekir. Tabiî ki bu toplumbilimsel manada gerçekleşecek bir durum. Bu hâl içerisinde öncelikli olarak fikirsel boyutta birey ve devletin ele alması gereken standartlar ve kendince fikirbilim üretmesi şart olan bir durum var. Fikirbilimden kastımız, sahip olduğu paradigmaları ile kavramları ölçmesi, değerlendirmesi ve manalaştırması yolunda çalışmasından oluşan bir tür kavram ölçme-üretme mekanizması.
 
Osmanlı Devleti o asır içerisinde maalesef zihnini ve fikrini Avrupa’ya satmış olan kesimlerin etkisiyle taklitçi sistem geliştirdi. Avrupa bu taklitçiliği bile yeterli görmeyip, zaten Türk olan Osmanlı Devleti’ni Avrupalı olmayan olarak adlandırdı. Fakat yapılan reformlar büyük kuvvetler tarafından desteklendi, itibar gördü. Çünkü burada modernleşme hareketi asıl amacına ulaşıyor. Modernleşme, Eski Rejimi (Ancién Régime) ortadan kaldırmayı hedef edinen, modern burjuvazinin tanımlandırdığı bir kavramdır. Moderniteye asıl ihtiyacı olan halk bundan fayda göremedi fakat bağlı olduğu devlet bir nevi modern asimilasyon ile tahribata uğradı. Eski Rejimin ortadan kaldırılma isteğinin sebebi ise Yeni Dünya oluşumu için yeni sistemin üretilmesi.
 
Devletlerin modernleşme vurgunu yemesinde en önemli rolü elit kesim oynamaktadır. İdeolojileri, fikirleri, düşünceleri Avrupa’ya saplanan bu kesim sömürünün farkında olarak veya olmayarak türlü hareketlerle amacına ulaşmaya çalışır.

Bu elit kesim bir görüşe göre de yerli mülk sahipleri ve aydın sınıfını teşkil etmektedir.4 Yakın tarihimiz bu kesimlerin faaliyetleri ile ilgili olarak çarpıcı örneklerle doludur. Meselâ Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar çalışmalarda bulunan Garpçılar adlı grup, milletin özünü oluşturan manevi konularda tam bir “Batı Kulu” olarak fikirler türetmişler, bugün ABD’nin kullandığı karanlık İslam düşüncesini o zamanlar halka empoze etmeye çalışmışlardı.

Kendi Aydınlanma Çağımız’ın önde gelen isimleri bu grupta yer almış, İctihad adlı yayın organı ile bulundukları zeminin durumuna göre çalışmalarda bulunmuş hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında din konusundaki etkin görüşleri bile etkilemişlerdir. 1932’de Hüseyin Cahid’in ölümü ile zayıflayan bu grup örneği, ülkemizde modernleşme hareketinin beraberinde getirdiği etkileri gösteren en iyi örneklerdendir.5 Türk Aydınlanma dönemi maalesef çalkantılarla dolu bir zaman dilimini içerir.

Tam modernleşme sürecinde etkinleşen Aydınlanma hareketimiz, Batı’nın ileride “zararlı” olduğundan dolayı unutmak isteyeceği fikirlerin toplumumuzda yayılmasına vasıta olmuştur. Fakat Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi gibi şahsiyetlerin de azınlıkta olan varlıkları belirli hareketleri önlemiştir. Ahmet Hilmi’nin modernleşmeye açıklık getiren düşünceleri bugünümüzde de geçerliliğini koruyan bir öneme sahiptir :
 
“ Bu milleti Avrupa’da körü körüne ve iğreti alınan beş-on felsefi düsturla başka bir kalıba dökmeye kalkışmak son derece gülünçtür. Kuru bir taklitle ciddi ilerleyemeyiz. Sahte bilgi yolu ile yalnız kıyafetimizi ve şekilleri medenileştirebiliriz ki, bu bir tekâmül olmadıktan başka zaten züğürt olan bizleri pahalı bir geçim tarzına sürükleyerek tam iflasa götürür. İlerlemek istiyorsak, bir yandan çöküntümüzün sebeplerini, öte yandan içtimai bünyemizin unsurlarının ne olduğunu tetkik etmeliyiz. Biz milliyetimizi meydana getiren temelleri düzeltecek ve kuvvetlendirecek yerde bu temelleri harap halde bırakıp yeni temeller yapmaya kalkışırsak intihara teşebbüs etmiş oluruz. Fakat ilerleme ve yenileşme anlamına yabancı kalır da geri dönüşler içine saplanırsak içtimai varlığımız kansızlıkla mahvolur.”
 
Batı dünyası daima Batı merkezli ideolojilerle yayılım göstermiş ve düşünce dikte ettiği ülkelerde de Batı merkezli sistemin gelişmesi için çalışmıştır. Bunun en iyi yolu, bahsi geçtiği üzere elit kesimi etkilemektir. Ondan sonrası kendiliğinden oluşur. Laikliğin oluşumunda da modernleşmenin etkisi yadsınamaz.

Bugün laiklik üzerinde sınırsız tartışmalar yaşıyoruz. Laikliği üreten Batı, Hristiyan merkezli köklü politikalarını moderniteyi kullanarak görünmez hale getirdi. Yüz sene öncesinde bile “Hristiyanlık’ın kurtuluşu” için milyonlarca insanın ölümüne yol açan savaşları laik Batı oluşturdu. Bugün kendisini örnek alınması gereken, laik-demokratik sistemin babası olaran gören Batı, İslâmi sistemle iş gören ülkelere yaptırımlarda bulunma ihtarları göndermekte ve karşı tarafı dünyaya “fundamentalist tehlike” olarak sunmakta ve kutuplar/bloklar arası nefret oluşmasını amaçlamaktadır. Bahsettiğimiz gibi kendine düşman arayışında olan kuvvetler zorla da olsa bunu oluşturmak için çalıştılar. Çünkü kötünün karşısında savaşçı bir “iyi”nin bulunması gerekir.
 
Peki hedeflenen nedir?
 
Bugünü anlamada tarihi okumak önem arz ediyor. Tarihsel gelişim sürecine göre Batı dünyası aslında çoğunluğu ileride Hristiyan sistemini de feda edeceğine inanan kürecelci gruplarla doludur. Bu küçültme hareketinin hızlandırılması, Woodrow Wilson’ın I. Dünya Savaşı bitiminde sunduğu “New World Order” yani Yeni Dünya Düzeni ülküsüne bağlıdır.

Modernleşme ise bu yolda kullanılan yapay-köksüz ideolojilerden biridir. Kabul edilmesi gerekir ki modernite ile alakasız olan modernleşme, hedeflendiğinden daha fazla etki gösterdi. Küreselleşmenin siyasi kökleri modernleşme gibi içi boş olgularla doludur.6

Bugün ulus-devletler kendilerince fikirbilimsel metodlarını kullanarak fikir üretiminde ve kavram tanımında bulunmayıp, taklitçilik felsefesine devam ederse, bu yıkım daha da hızlanacaktır. Batı kendi fikirbilimsel çalışmalarını çok uzun süredir sürdürmekte. Belki Medeniyetler Çatışması tezinin işlevi devam ederken, bir sonraki yapay tehlikenin tezleri şu anda yazılıyor olabilir. Modernleşme de etkisini halâ sürdürdüğüne göre küreselleşme hız kaybetmeden yoluna devam edecektir. Gelenek panzehirinin kullanımı için saplantılardan kurtulmuş aydın sınıfın belirli bir süre içinde kendini yenilemesi ve fikrî standartlarını oluşturması şarttır.
 
Notlar :
1 Samuel Huntington “The Clash of Civilizations” Foreign Affairs cilt 72, no :3 1993

2 Bernard Lewis, The Middle East and the West, Indiana University Press, 1964
3 B. Lewis “The Roots of Muslim Rage” The Atlantic Monthly, Boston 1990
4 Fikret Başkaya, Doğu/Batı Çatışması Değil, Kapitalist/Emperyalist Saldırı, 2004
5 Halil İnalcık, Atatürkçülük 2005 – Ş. Hanioğlu “Garpçılar” Studia Islamica 86
6 M. Fatih Öztarsu, Masonik Kökler – TürTab (Türkiye Toplumbilimsel Araştırmacılar Birliği) 2007

 
Mehmet Fatih ÖZTARSU

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download