Karabağ Sorununa Farklı Açılardan Bir Değerlendirme

Halklar hapishanesi ve halkların özgür birliği gibi iki çelişkili tanıma sahip olan Sovyetler Birliği bugün Avrasya’daki pek çok etnik ve bölgesel sorunun faili olarak adlandırılmaktadır. Bünyesindeki sayısız etnik ve dini unsuru eleştiriye kapalı bir ideolojik bakış açısıyla yönetme kültürü, Sovyetler Birliği’ni anlayabilmemiz için, üzerinde yoğunlaşılması gereken en önemli konulardan biridir. Milliyetçilik, dini akımlar, yerel çatışmalar ve komünist ideolojinin sosyal ve kültürel hayatta “birleşme” yerine oluşturduğu “ayrışmalar” Sovyet coğrafyasının gerçek hikâyesini anlatmaktadır.

Ohannes Geukjian’ın yazdığı “Ethnicity, Nationalism and Conflict in the South Caucasus” adlı kitap bu konulara Güney Kafkasya perspektifinden yaklaşarak aslında genel anlamıyla Sovyetlerin sorunlu yaşama kültürünü tarihi kökenleriyle irdeliyor. Yazar Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan örneğinden yola çıkarak ortak sorunlara sahip olan diğer Sovyet ülkelerinin de portresini çiziyor. İlk başta Dağlık Karabağ sorunu üzerinden giderek, iç içe geçmiş kronik meselelerin bugüne yansımalarını değerlendiren Geukjian, Ermenistan ve Azerbaycan gözüyle nasıl bir tarih yazımının yapıldığına dikkat çekerek bu iki ülkenin tarihini irdeliyor. Çünkü bugün sorunların arka plandaki tartışmaları, halkların bölgedeki tarihi varlıklarını ispatıyla anlam kazanıyor.

Bölgedeki ilk Ermeni varlığının Erzurum-Erzincan bölgelerindeki Hayasa-Azzi Konfederasyonu’nda görüldüğünü ve Van-Muş bölgelerindeki Arimi-Urumea Konfederasyonu ile yerleşik bir Ermeni kültürünün geliştiğini belirten yazar, Azerbaycan tarihi için ise Atropatena medeniyetini referans olarak göstermekte. Bu tarih yazımının 1940’larda yani Sovyet döneminde başladığını da dikkate alırsak, iki tarafın bölgenin en eski medeniyeti olma iddiasını güçlendirme yönündeki girişimlerinin daha detaycı olduğunu söyleyebiliriz. Geukjian da aslında Karabağ meselesinin tarihi kökenine inmek için bölgenin kültürel resmini çizmeye çalışmaktadır. Fakat bugün tarihi bir muamma olan Albania medeniyetinin Kafkasya’daki varlığı iki tarafın yoğun bir şekilde tarih üzerinden kavga etmesine sebep olmaktadır. Kafkasya’daki eski bir Hıristiyan medeniyeti olan Albania; Ermenistan’a göre Hıristiyan Ermenilere, Azerbaycan’a göre ise Azerbaycan’a ait eski bir devletti. Geukjian bu tartışmalara referans olarak Azerbaycanlı tarihçilerden E. Buniatov, F. Mamedov ve Akhundov gibi isimleri sunmaktadır. (p.33)

Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ilk çatışmaların Rusya-İran savaşlarına sebep olduğunu ve Kafkasya’nın parçalanmasını sağlayan ilk girişimlerin 19. yüzyılda başladığına dikkat çeken Geukjian, bölgedeki Rus hâkimiyeti dönemine yönelik ilginç veriler aktarmakta. Yazar bu dönemde Rusya’nın bölgedeki homojen etnik yapıları yok etmek ve burayı daha rahat yönetmek için 57 bin Ermeni’yi Rusya ve Kuzey Kafkasya’dan Karabağ ve Erivan’a, 35 bin Azerbaycanlı Müslüman’ı ise Karabağ’dan alarak farklı bölgelere göç ettirdiğini belirtiyor. (p.41)  Bu göç politikasına rağmen iki taraf arasındaki çatışmalar Bakü petrolünün keşfedilmesi döneminde Bakü pazarındaki Ermeni hâkimiyeti yüzünden yeniden alevleniyor. 20. yüzyılın ilk yıllarında yaşanan olaylar Rus, Ermeni ve Gürcü sosyal demokratları tarafından siyasileştiriliyor. (p.44)

Birinci Dünya Savaşı dönemi ve sonrasında bölgenin Türkler, İngilizler ve Ruslar arasında yaşadığı gelgitler ve nihayetinde Sovyetler Birliği hâkimiyetindeki ilginç ayrıştırma politikalarına farklı bir tarzla değinen yazar, etnik ve bölgesel sorunların daha rahat anlaşılması amacıyla Sovyetleştirme ve Ruslaştırma hamlelerinin iyi incelenmesi gerektiğine vurgu yapıyor.(p.81) 

Lenin döneminde gerçek bir “Sovyet Halkı” şuurunun bulunduğu ancak sonrasında Ruslar ve Rus olmayanlar arasında ciddi ayrışmaların meydana getirildiğini belirten Geukjian, Sovyetleştirme politikasının üç ana başlığını şu şekilde belirtiyor: ekonomik kalkınma, anti-milliyetçilik ve kolektifçilik hareketi.(p.87) Bu hamleleri incelediğimizde, Sovyet yönetimindeki etnik ayrışmaların ve milliyetçiliğin bu siyaset sebebiyle arttığını ve karar alıcıların çatışmaları siyasallaştırdığını görürüz. Sovyetleştirme politikası dâhilinde gerçekleştirilen siyasi cinayetler, aydın soykırımı, neşriyata müdahale ve sansürcülük gibi uygulamalar milliyetçiliği içten içe artırmakla birlikte, merkezi yönetime karşı nefreti de körüklemiştir.

Geukjian, Stalin döneminin aşırı uygulamalarının ters teptiğini ve Kruşçev döneminde Leninist siyasetin önem kazandığına dikkat çekiyor. 1962’de “Sovyet Halkları” anlayışıyla suni bir ortak tarih bilinci oluşturmaya çalışan yönetim yine de Rus-Rus olmayan arasındaki uçurumu önleyemedi. 1973-75 arasında yükselen siyasal milliyetçilik Ukrayna, Baltıklar ve Kafkasya’nın en büyük sorunu haline geldi. Gürcü Zviad Gamsakhurdia samizdat yoluyla üzerlerindeki Ruslaştırma baskısını eleştiriyordu. Eduard Şevardnadze ise böylesi bir dönemde Gürcistan’daki Abhaz meselesini gündeme taşıyordu.(p.100) Kısacası Stalin dönemindeki uygulamalar din-milliyet karşıtı baskı hareketleri yoluyla etniklerarası sorunların da ortaya çıkmasını sağladı. Kültürel baskıya karşı gelen aydınların yok edilmesi, Rusça bilmeyenlerin ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesi ve merkezi yönetimin bazı Sovyet başkentlerini diğerlerine nazaran daha çok kalkındırması içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağını meydana getirdi. 1980’lerde ise, halkların on yıllar boyunca bastırdığı kin ve öfke duyguları siyasi faaliyetler yoluyla ortaya çıktı ancak bu durum hem merkeze karşı hem de birbirine komşu olan halklar arasında büyük bir intikam hareketine dönüştü.

Bu politikaların Karabağ meselesine yansımasını büyük oranda Ermeni ve Batılı kaynaklar yoluyla ele alan Geukjian 1980’lerdeki serbest siyasi faaliyetler ışığında Ermeniler tarafından Karabağ Komitesi’nin, Miatsum hareketinin ve Ermeni Ulusal Kongresi’nin kuruluşunu ilk bağımsızlık hareketleri olarak nitelendiriyor ve bunun diğer Sovyet ülkelerine de sıçradığını belirtiyor. Azerbaycan’daki karşı örgütlenmeler ve yerel çatışmaların Sovyet yönetimi desteğiyle gerçekleştiğine vurgu yapan Geukjian, Karabağ’daki Ermenilerin militarist yaklaşımlarının bu sebeple güçlendiğine dikkat çekiyor. Fakat burada, Ruslar’ın Ermeniler’e karşı neden Bakü’ye destek verdiği, sorulması gereken en önemli sorudur. Çünkü Karabağ ve çevresindeki çatışmalar, işgal hareketleri ve kıyımların büyük oranda Rus-Ermeni ortaklığında gerçekleştiği bilinmesine rağmen, yazarın Rusya-Azerbaycan birlikteliğine vurgu yapması kafalarda soru işareti oluşturuyor.

Bağımsızlık sonrasında Erivan ve Karabağ arasındaki siyasi sürtüşmelere ayrıca değinen Geukjian, dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan’ın, Karabağ Ermenilerine Karabağ üzerinde hak iddia etmeyeceği garantisini vermesi Ermeniler arasındaki sürtüşmenin en önemli ispatı olarak sunuyor. Bugün de devam eden Erivan-Karabağ ayrışmasının o dönemden miras olduğu açık bir şekilde belirtiliyor.

Dönemi geniş kaynaklarla incelemeye çalışan yazarın, Azerbaycan tarafının söylemlerini kısıtlı şekilde vermesi tek taraflı yaklaşım sorunu doğurmakta. Buna rağmen, eski çağlardan itibaren bölgenin resmini çizen yazarın Karabağ sorunu örneğinde analiz ettiği Sovyet politikaları son derece verimli içeriğe sahip. Milliyetler meselesinin ortaya çıkardığı etnik ve bölgesel çatışmaların sebep-sonuç ilişkisiyle irdelendiği kitap, halklararası sorunların daha rahat anlaşılmasını sağlıyor.

Mehmet Fatih ÖZTARSU/Beyaz Tarih

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download