Ermeni medyasındaki röportajımız


Ermenistan’da yayın yapan Sobesednik Gazetesi’nin araştırmacı – yazar Mehmet Fatih ÖZTARSU ile gerçekleştirdiği, Türk-Ermeni ilişkilerinin ele alındığı röportajı sizler için Türkçe olarak paylaşıyoruz. Hasmik Budaghyan’ın gerçekleştirdiği röportajda iki ülke ilişkileriyle ilgili pek çok konuya temas edilmekte…

Mehmet bey, Ermeni-Türk ilişkilerinin normalleşme süreci bazı sebeplerden dolayı sekteye uğratıldı. Çeşitli örgütler buna rağmen aktif bir şeklinde çalışmaya başlayarak söz konusu süreci kendi planları çerçevesinde ilerletmek için kullandı. Sizin Ermenistan ziyaretiniz ve iki halk arasında diyalog kurma çağrınız benzer planlar çerçevesinde mi yapıldı? 

Üniversite eğitimim süresince Kafkasya bölgesi üzerine çalışmaya başlamam, Ermenistan’a yönelik ilgimi de doğal olarak artırdı. Bölgede var olan ancak bir türlü iletişim kuramadığımız bu ülkenin Türkler açısından öneminin büyük olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık bin yıl birlikte yaşadığımız bir halk olan Ermeniler, bugünkü süreçte bize yabancı olacak bir konuma getirilmişlerdir.

Elbette bunun sebepleri, Türkiye aleyhinde yıllardır yürütülen propaganda faaliyetleri ve Türkiye’nin Ermenistan’ı anlamak konusundaki yetersiz politikalarıdır. Şu ana dek tamamen dış çevreler tarafından oluşturulan siyaset sonucunda, yan yana yaşayan iki ülke maalesef birbirine karşı çok yabancılaştırılmışlardır.

Benim böylesi bir süreçte Ermenistan’ı ziyaret etmem ve buradaki insanlarla ortak bir diyalog çağrısında bulunmam tamamen tarihi bilinçle meydana gelen bir olaydır. Çünkü 1071’deki Malazgirt Savaşı’nda Türk ordusunun yanında Bizans’a karşı savaşan Ermenilere 1453 yılında İstanbul’un fethiyle birlikte büyük ayrıcalıklar verilerek durumları iyileştirilmiş ve tamamen özgür bir ortam sağlanarak hayatları güvence altına alınmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yeri diğer milletlere göre daha özel olan Ermenilerin, Türk tarihindeki konumunu dikkate almak zorundayız. Bugün birbirlerine yabancılaştırılan bu iki milletin, aynen tarihte olduğu gibi birlikte barış içerisinde yaşayabileceğine inanıyorum. Bu yüzden diyalog için ilk adımı attık. Benim girişimim şahsi olmakla birlikte, benimle aynı düşünceyi paylaşan arkadaşlarımın teşvikiyle oldu diyebilirim.

Çalışmalarda bulunduğum medya organları da bu konuda gerekli desteği vermekteler. Çünkü bugün Türk medyası iki halkın barışa yürümesi için gerekli hassasiyeti göstermektedir.

Siz yazılarınızda iki ülke arasındaki bariyerleri bir ölçüde ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz, ama makalelerinizde Ermenilere hakaret eden ifadeler de yer alıyor. Mesela Ermenistan’da Ermeni müziğini duyduktan sonra içinizden onun Türk müziğinden devşirilmiş olduğunu düşündüğünüzü belirttiniz. Özellikle Sarı Gelin’le ilgili de böyle düşünüyorsunuz. Durum gerçekten böyle mi?

İki ülke arasındaki sorunlar mutlaka diyalog yoluyla çözülecektir ve bu konuda medya ile sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir. Yazılarımda ve üslubumda hiçbir millete ve dine hakaret etmem. Bu, İslam dininde büyük bir günahtır. Çünkü Allah, bütün toplulukları birbirlerini daha iyi tanısın ve kaynaşsın diye farklı milletler olarak yaratmıştır.

Her millete saygı duymak ilk görevimizdir. Kışkırtıcı olarak düşündüğünüz noktalar, yine birbirimizi anlayamamaktan doğan sorunlardır. Bunları normal karşılıyorum çünkü yıllarca iki ülke birbiri aleyhine yürütülen kampanyalara maruz kalmıştır. Bu ortamda insanların bazı değerleri sahiplenmesi çok doğal. Ermeni müziğinin Türk müziğine benzemesi güzel bir durum. Bu, ortak değerlere sahip olduğumuzu gösterir.

Şimdi ırkçı bir tavırla Ermeni müziği Türk müziğinden oluşmuş diyemeyiz. Buna kimsenin hakkı yoktur. Sadece bir Türk olarak, Ermeni müziğinin kulağımızda oluşturduğu izlenimin, melodinin aynen Anadolu’da duyduğumuz türkülere benzediğini düşünüyorum. Yani Ermeni ve Türk müzikleri birbirlerine çok yakın olan özelliklere sahipler.

Yüzyıllarca Anadolu’da aynı değerleri paylaştık. Müziğimiz, yemek kültürümüz, geleneklerimiz birbirlerine etki göstermiştir. Bu büyük bir zenginliktir. Sarı Gelin türküsünü neden bir ayrımcılık konusu haline getirdiklerini anlamakta zorlanıyorum. Bu türkü bu coğrafyanın ortak değeridir. Bu türkü üzerinden diyalog ortamı oluşturulamaz mıydı? Bence diyalog için ilk olarak bu türküyü simgeleştirmeliyiz.

Makalelerinizden birisinde okuyoruz: “Ermeni genç için en zor şey iki yıl Dağlık Karabağ’da askerlik hizmetinde bulunmaktır. Bu dondurulmuş ihtilaf hem Ermeni hem de Azeri askerlerini bitkin haline getiriyor.” Bu konuda ne söylemek istersiniz? 

Sovyetler Birliği’nin dünyaya bıraktığı en büyük miras, hakim olduğu coğrafyalarda meydana getirdiği etnik ve bölgesel sorunlardır. Kafkasya’nın kanayan yarası Karabağ da yine Rusya’nın bıraktığı en büyük sorunlardan birisidir. Şimdi düşünün, Kafkasya’da yıllarca bir arada yaşamış olan iki halkı birbirine düşürüyorlar ve gelecek on yıllar boyunca birbirlerine düşman olmalarını sağlayacak bir toprak sorunu oluşturuyorlar.

Ermenistan’ın 1991’den itibaren öncelikle ekonomi politikalarına yoğunlaşması gerekirken, dış güçlerin yönlendirmesiyle Karabağ işgal edildi. Buna ilave olarak, koridor olacak bölgelerde askeri hakimiyet sağlandı. Yeni bağımsız olmuş olan Azerbaycan ve Ermenistan birden bire kendilerini bir savaş ortasında buluyorlar. Diploma tezimi Karabağ üzerine yapmamdan ve meseleye yönelik pek çok makale yazmamdan dolayı, meselenin en ince ayrıntılarını biliyorum. Şimdi yeni bağımsız olan bu iki devletin birbirleriyle savaşa girişmesi mi, yoksa bölgesel ekonomik bir entegrasyon sağlayarak ilerlemesi mi daha mantıklı?

İki ülke istese de bunu başaramazdılar çünkü bölgede etkinliğini sürdürmek isteyen dış çevreler Karabağ meselesinden dolayı hep kazançlı çıktılar. Bütün olanlar Ermeni ve Azeri halklarına oldu. Hayatının en önemli döneminde haksız bir savaş için bölgeye askerlik yapmaya giden gençlerin gelecekle ilgili umutları da tükeniyor. Meselenin dondurulmuş olması da ayrı bir sıkıntı doğuruyor. Yerel çatışmalarda her gün iki taraftan da ölüm haberi geliyor.

Böyle bir psikolojik ortamda bu iki halkın barışa yürümesi ne kadar mümkün? “Böl ve yönet” mantığı ile varlığını sürdüren devletlerin Kafkasya’daki bu sorunu halledeceklerine asla inanmıyorum. Bu konu, meselenin muhatapları tarafından çözülmelidir. İki halkın gençleri de boş boşuna ölüme gönderilmemelidir.

Yazılarınızı Ermenistan’daki en prestijli gazetelerden biri olan “Aravot” gazetesinde nasıl yayımlayabildiniz?

Bu tamamen Aravot’un sahip olduğu geniş vizyondan kaynaklanmaktadır. Aravot’un Türk-Ermeni ilişkileri konusunda izlediği olumlu politika, benim de uzun zamandır dikkatimi çekmekteydi. Yazılarım Türkçe olarak Ünal Tanık’ın Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığı Haber 7’de, İngilizce olarak Caspian Weekly’de yayınlandı.

Türk medyasında Ermenistan’la ilgili izlenimlerimi yayınlamaya başladıktan sonra Ermenistan halkının da bu izlenimlerden haberdar olması gerektiğini düşündüm. Çünkü tek taraflı bir iletişim diye bir şey yoktur. Aravot’la bu konuda iletişime geçmemden sonra gazete de son derece olumlu bir tavırla bunun mümkün olduğunu belirtti.

Türkiye ve Ermenistan arasındaki bağlar, böylesi sağduyulu yayın organları sayesinde daha da güçlenecektir. Aravot’un Türk-Ermeni ilişkilerinde önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum ve diğer medya kurumlarının da Aravot’u örnek almalarını diliyorum. Çünkü daha fazla ilerlememiz gerekiyor. Bunda medyanın rolü çok büyük. 

Van Gölündeki Ahtamar adasındaki tarihi Surb Haç kilisesiyle ilgili gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Bazı analistlere göre bu kampanya ile Türkiye kendi dini hoşgörüsünü tüm dünyaya göstermeyi hedefliyordu. Fakat bir haç bile ayin gününe kadar kiliseye yerleştirilemedi. 

Akdamar’daki Ermeni kilisesi yakın dönemde Türk hükümetinin iyi niyetli girişimleri sonucunda restore edildi. Şu anki hükümetin Ermenistan konusundaki hassasiyetini defalarca gözlemledik. Surb Haç Kilisesi’nin restorasyonu da bu iyi niyetli girişimlerin bir ürünüdür.

Kimine göre Türkiye bu niyetini tüm dünyaya göstermeyi hedefliyor, kimine göre siyasi bir oyun oynuyor. Bu, siyasi oyun oynama yaklaşımı Türk-Ermeni ilişkilerine zarar verir. Bunu savunan kişilerin Türkiye’nin Ermenistan’dan beklentilerini sıralaması gerekir. 

Bugünkü durumda Türkiye ile ilişkilerini geliştirip ekonomik olarak kalkınacak olan bir Ermenistan gerçeği var. Yani bu ilişkilerin gelişmesi en çok Ermenistan’ın yararınadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Akdamar girişiminin bir karşılığı olması gerektiğini de vurguladı. Aynı hassasiyetin Erivan tarafından da gösterilmesi gerekir. Haç meselesi ise bazı otoritelere göre teknik bir aksamadan doğan bir sorun. 

95 yıl sonra ilk ayinin düzenlenmesini sağlayan Türk hükümetinin haçla ilgili bir sorunu olacağını düşünmek sağlıksız bir yaklaşım olur. Bardağın dolu tarafını görmek gerekiyor. Eğer Erivan’da bir cami açılsa veya eski Türk – İslam eserlerinden biri aynı şekilde ibadete açılsa, Türkiye bunu alkışlar. Yoksa oraya neden hilal yerleştirilmedi veya neden bir kubbesi eksik şeklinde bir yaklaşım mümkün değildir.

Bu ayin meselesinin Ermenistan tarafından iyi niyetli şekilde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Şimdi Ermenistan’ın Türkiye’ye yaklaşması için bir sebep daha doğmuş oldu. Çünkü şimdiye kadarki adımları hep Türkiye attı.

Kendi yazılarınızda sürekli olarak devletimizin kusurlarına işaret ediyorsunuz. Galiba bu kasten yapılmıyor, fakat Ermeni okuyuculara başka bir izlenim veriyor. Mesela “Eçmiadzin yolunda gazinolar olmamalıydı, ya da turistler Eçmiadzin’e uygunsuz giyimle geliyorlar, oysa camiye böyle girmeye izin verilmez” diyorsunuz. Halbuki kilisemizin de böyle kanunları var ve yabancılara hoşgörülü tavır gösterilmektedir.

Eçmiadzin Ermenilerin dini inanışında çok önemli bir yere sahip. Dünyadaki önemli dini merkezlere baktığımızda, çevresi dini merkeze uygun bir hale getirilir. Ermenistan’da böyle bir dini merkeze giderken, yol üzerinde bulunan gazinolar dikkat çekiyor.

Bence kültür merkezleri veya küçük kiliselerle dolu bir yol olsa etkileyici olurdu. Elbette bunu düşünen siyasetçiler vardır. Ayrıca kiliselerin gelen turistlerle ilgili kanunları olduğunu biliyorum. Ancak bu işler turistlerle ilgili bir meseledir. Çünkü oraya gelen turist, o dini ortama saygı göstermek zorundadır.

Ben bir Müslüman olarak gittiğimde orayı da Allah’a ibadet edilen bir mekan olmasından dolayı saygıyla gezdim. Çünkü bizim kültürümüzde Allah’a ibadet edilen yerler kutsaldır ve saygı gösterilmelidir. Türkiye’de camilere girişte gerekli bilgiler verilerek nasıl davranılması gerektiği turistlere anlatılır. Kısa etek veya başı açık olan turistlere gerekli yardımlar yapılarak orayı gezmesi sağlanır.

Dediğim gibi, bu iş tamamen turistlerin sorumluluğunda olan bir durum. Yoksa turistlerin yanlış davranışta bulunması Eçmiadzin’in ruhani atmosferine zarar vermez. İnsanın kendi vicdanıyla ilgili meseleler bunlar.

En önemli konu olan soykırım sorununa dönelim. Siz Ermeni Soykırımı kurbanları anısına yapılmış olan Tsitsernakaberd Anıt Kompleksi’ni ziyaret ettiniz. Fakat yazılarınızda soykırım yerine “1915 olayları” ifadesini kullanıyorsunuz. Neden? Siz gerçekten bunun soykırım olmadığını mı düşünüyorsunuz ya da ülkenizde sorunlar yaşamamak için mi bu sözü kullanmıyorsunuz?

Hep vurguladığımız gibi, Türkler ve Ermeniler bin yıl boyunca beraber yaşamış olan milletler. Aynı kültürel değerlere sahip olarak, aynı müziği dinlemişler, aynı yemeği yemişler ve birbirleriyle evlenmişler. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı dönemde meydana gelen olaylar sebebiyle bu topraklar üzerinde bulunan her millet farklı acılar yaşamıştır.

Soykırım kelimesinin içerdiği anlama bakmadan önce Anadolu’daki Ermeni varlığını incelemenin yararlı olduğunu düşünüyorum. Ermeniler Türk tarihinde “sadık millet” olarak anılırlar. Bu çok önemlidir ve Ermenistan’daki Ermenilere bunun anlatılması gerekir. Kendilerine önemli bürokratik görevler verilmiş, önemli makamlarda Ermeniler bulundurulmuştur. Diğer milletler doğal olarak Ermenilerin bu durumunu zaman zaman kıskanmışlardır.

1908’de gerçekleşen Hürriyet Devrimi’nde Jön Türkler’in Taşnaklar’a önem verdiğini görüyoruz. Ancak nedense bu birliktelik bugün olduğu gibi yine dış çevrelerin müdahalesiyle bozulmuştur. 1908’deki kartpostallara baktığımızda Türkçe, Ermenice, Fransızca ve İbranice olarak “Yaşasın Osmanlı” ifadelerinin yer aldığını görürüz.

Bu hürriyet ortamında bütün Osmanlı vatandaşları kardeşlik havasında birbirleriyle kucaklaşırken nedense 1909’da Adana’da olaylar çıkmaya başlıyor. Bu tarihten öncesinde yaşanan olaylarda da hep İngiliz ve Rus etkisinin varlığına şahit oluyoruz. Adana’da Ermeni vatandaşları zorla silahlandıranların kimler olduğunu arşivlerden rahatlıkla görebiliyoruz. Asırlardır bilinmektedir ki, Türk yönetiminin en hassas noktası iç çatışmalardır.

Dışarıdan bir türlü yıkılamayan bu yönetim, iç çatışmalarla zayıflatılabilmektedir. Bunu fırsat bilen İngiliz ve Rus siyasetçilerinin her türlü çalışmayı yaptığını biliyoruz. Hatta Van’da olayların çıkması için, Osmanlı Devleti’ne bağlılığıyla meşhur olan Van Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan bile Taşnak grupları tarafından öldürülüyor.

Bu tarihten sonra Van’ın kontrolü farklı grupların eline geçiyor. Doğu’da yaşanan olaylar savaş ortamında daha da kızıştıktan sonra alınan tehcir kararı, Ermenilerin başka bir bölgede güvende olması ve dış tahriklere kapılmaması için gerçekleştiriliyor. Yani Ermeni milleti savaşın zor şartlarından uzaklaştırılıyor.

Şimdi Ermeni vatandaşların geri dönmek üzere başka bir bölgeye nakledilmesinin soykırım olarak adlandırılmasını tarafsız bir şekilde düşünelim. Anadolu’nun Avrupa tarafından işgalini zorlaştıran Türk yönetimini haksız bir davayla suçlayanların hangi devletler olduğuna bir bakalım. Karşımıza çıkan devletlerin bugünkü sorunlar karşısında neler yaptığına bakalım.

Türk devleti soykırım yapmak isteseydi, bunu daha önceden daha rahat şekilde gerçekleştirebilirdi. Ancak belirttiğim gibi, savaş ortamında gerçekleşen olayların meydana getirdiği acılar soykırım olarak adlandırılamaz. Eğer öyle olursa, iki millet birbirlerinden uzaklaşmaya devam ederler. Bölgede böylesi bir düşmanlığın kimlere fayda sağladığını iyi görmek gerekiyor. Bakınız, Karabağ meselesinde tam tersi olmuştur.

Bir milyona yakın Azeri bölgeden kaçmak zorunda kalmıştır. Şimdi Karabağ’da bir Ermeni soykırımı vardır dersek Ermenistan bu işe nasıl yaklaşır? Kendisini nasıl savunur? Eğer bugün biz soykırım oldu dersek, Karabağ’da da Ermenistan tarafından bir soykırım gerçekleşmiştir dememiz gerekir. Hukuki olarak böyle bir hak doğar. O yüzden kelimelerin ve tarihi olayların iyi irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ortada Türkiye’ye karşı yürütülen bir kampanya var. Bu kampanyada maalesef Ermenistan başkaları tarafından kullanılmaktadır. Buna rağmen bölgede ekonomik olarak zayıflayan yine Ermenistan’dır. Daha mantıklı hareket edilirse, Ermenistan kendisini kullanan güçlerden kurtulacak ve geleceğe daha emin adımlarla yürüyecektir.

Soykırımın gerçekleştirilmesi sorusunda Yahudiler ve Avrupa’yı suçlayarak diğer milletlerin faktörüne vurgu yapıyorsunuz. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
 

Aslında Ermenistan’daki izlenimlerimin önemli bir konusu da Osmanlı’daki Yahudiler’di. Pek çok Ermeni vatandaş, Türklerle Ermenilerin arasını bozanların Yahudiler olduğunu söylüyorlar. Ermenilerin Türk devleti içerisinde aldığı önemli görevler ve makamlardan dolayı diğer milletlerin Ermenilere kıskançlık duyduğunu belirtmiştim.

1915’te yaşanan olaylarla ilgili olarak İngiltere, Rusya ve Fransa’nın faaliyetlerini incelemek gerekiyor. Tsitsernakabert’te gördük ki, Türkiye’ye atfedilen suçlarla ilgili Ermenice kaynak çok az. Hep İngiltere, Rusya ve Fransa’ya ait materyaller bulunuyor. Bunu da ayrıca düşünmek gerekiyor. Mesele şudur; Osmanlı Devleti’ndeki sorunların çözülmesi için anayasal sistemin varlığına inanan Jön Türkler, anayasal sistemi padişaha kabul ettirdikten sonra ülkedeki pek çok sorunun çözümü için gerekli ortamı hazırlamışlardı.

Bundan sonraki süreçte sorunlarını çözecek olan Osmanlı’nın girişimlerini engellemek için Avrupalı devletler Anadolu topraklarında iç çatışmaların çıkmasına sebep oldular. Sadece Anadolu’da değil; Libya’dan Balkanlar’a, Kafkasya’dan Arabistan’a kadarki bütün coğrafyada aynı çatışmanın çıkması için faaliyetler gösterildi.

Doğu’nun Türklerden kopartılması Rusya’nın menfaatine olduğu için, Ermeni vatandaşları dini ve siyasi söylemlerle kandırılarak Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırılmaya başlandı. Bin yıl süren barış ortamını bozarak komşu kavgası başlatan devletlerin 1923 yılına kadar Anadolu’yu nasıl sömürge haline getirdiklerini görmeliyiz. 1915’te yaşanan olaylardan kim fayda görmüştür; Türkler mi yoksa diğer devletler mi? 

Acaba bugüne kadar İttihatçı Cemal Paşa’yı yanlış mı tanıdık? Dediğinize göre o Ermenilerin rahatlığını sağlaması için elinden geleni yaptı. Bunu Türk tarihi böyle mi anlatıyor? Ayrıca  1915 yılında gerçekleştirilen soykırım Türk okullarında ne şekilde anlatılmakta? 

İki millet arasında sağlam bir diyalog köprüsünün kurulması için öncelikle söylemlerin yumuşatılması gerektiğini düşünüyorum. 1915 olaylarının Avrupa ağzıyla soykırım olarak adlandırılması Türkiye’nin ve Ermenistan’ın yararına değildir. Ortada tartışılması gereken konular varsa bunu tarihçilerin arşivlerini açarak tartışması gerekir.

Ermenistan halkının siyasi propagandalardan etkilenmesi çok normal. Ancak bugünkü ortamda daha açık görüşlü olarak, Türkiye’ye yakınlaşmayı sağlayacak olan tavırlara sahip olunması gerekiyor. Aynısı Türkiye için de geçerli, Ermenistan’a olan yaklaşım Ermenileri sahiplenerek iyileştirilecektir. Ancak Ermenistan’ın siyasi talepleri sadece siyasetçileri ilgilendirir.

Halkın bundan uzak durması gerekir. Sonuçta bölgede ekonomisi zayıflayan ve bu propagandalardan hiçbir fayda elde etmeyen bir Ermenistan gerçeği var. Levon Ter Petrosyan’ın Türkiye için önemi burada anlaşılıyor. Ilımlı bir siyasete sahip olan Petrosyan’ın izlediği yol devam ettirilseydi belki bugün bunları konuşmuyor olacaktık. Kendisi hala Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesini savunuyor.

Türk milleti siyasi propagandalardan sıyrılmayı başardı. Bunun aynısını Ermeniler’den bekliyoruz. Aynı ayranı içip, aynı içli köfteyi yiyen bu milletlerin siyasi ve tarihi tartışmaları uzmanlara bırakması en doğrusudur.

Cemal Paşa Türk tarihinde de yanlış tanıtılan bir isimdir. Önceden bahsettiğimiz gibi, İttihatçı bütün paşalar Avrupa tarih anlatımında ve Türk tarihinde yanlış tanıtılırlar. Cemal Paşa görevli olduğu bölgelerde Ermeni göçmenlerin daha rahat şartlara kavuşması için pek çok çete ve aşiret liderini asmıştır. Çünkü sık sık saldırıya maruz kalan Ermeni gruplarının bölgede rahat yaşaması için bu kişilerin idam edilmesi tek seçenek olarak kabul edilmiştir.

Bölgede kurulan yardım evleri, yetimhaneleri ve okullarıyla Cemal Paşa’nın Ermenilere yönelik katkılarını anlatmak gerekmektedir. Cemal Paşa da, aynen diğer olayların yanlış anlatılması gibi bizlere yanlış tanıtılan bir kişi. Hatta inanıyorum ki, Ermeniler doğru bir tarih okuyabilirlerse Cemal Paşa’ya saygı duyacaklardır.

1915 olayları Türkiye’de karşılıklı çatışmanın olduğu olaylar olarak kabul edilir. Gerçek olan da budur. Savaş ortamının oluşturduğu psikolojik atmosfer, aynı topraklar üzerinde yaşayan farklı halkları birbiriyle savaştırmıştır. Sonuç olarak da, Ermeniler savaştan zarar görmemesi için bir süreliğine göç ettirilmişlerdir.

Sizce kimler daha hoşgörülü; Ermeniler mi, Türkler mi? Ermeni-Türk ilişkilerinin normalleşme süreci sizce kimler yüzünden askıya alındı? 

Hoşgörü bu toprakların en temel özelliğidir. Eğer hoşgörü olmasaydı yüzlerce yıl birlikte yaşayamazdık. Türkler için hoşgörü İslam’ın bir emridir. Bu hoşgörüden dolayı Ermenilere “sadık millet” dedik. Bu hoşgörüden dolayı Ermeniler bizim devletimizde en iyi makamlara sahip olmuştur. Ermeniler kibar ve nazik bir millet. Aynı zamanda önemli sanat dallarında yüzyıllarca ustalık yapmış bir millet olmasından dolayı bu kibarlığı karakterine yansımış.

Hangi milletin daha iyi olduğunu tartışmak İslam dinine aykırıdır. İslam’a göre üstünlük sadece iyi işler yapmakla olur. Hangi millet insanlığa fayda sağlarsa o millet daha üstündür. Türklerin de, Ermenilerin de insanlığa olan katkıları onları hak ettikleri konuma taşımıştır. Hoşgörü konusunun da bu çerçevede değerlendirilmesi daha uygundur. Bugün hoşgörüye daha çok ihtiyacımız var. Ben Malatyalı’yım. Malatya’da bugün de pek çok Ermeni vatandaşımız yaşamaktadır. Türk hoşgörüsünün en güzel örneği yaşanıyor Malatya’da.

Geçen yıl Çarmuzu Tepebaşı Camii Yaptırma Derneği, Hrant Dink’in mahallesindeki tarihi Taşhoron Ermeni Kilisesi’ni restore etme işini üstlendi. Düşünün, bir cami derneği Ermeni kilisesini restore ediyor. Bu çok önemli bir olay. Geçtiğimiz ay Malatya Valisi Ulvi Saran, Erivan’la Altın Kayısı adıyla ortak çalışmalar yapılması çağrısında bulundu. Bu dostça teklifin Erivan tarafından değerlendirilmesini istiyorum.

Kayısının simgeleştirilmesiyle Türk-Ermeni ortak çalışmaları neden yapılmasın? Ermenileri Anadolu’ya davet ediyorum. Özellikle Malatya’yı görmelerini istiyorum. Geldiklerinde Türk hoşgörüsünün ve misafirperverliğinin nasıl olduğunu görebilecekler. Akdamar’da yapılan ayinde de pek çok Ermeni, Van’daki Türk misafirperverliğine şahit oldular.

Birbirimizi böyle tanıyabilir, birbirimize bu şekilde yaklaşabiliriz. Bu yüzden siyasi propagandalara aldanılmaması gerektiğini vurguluyorum. İki milletin de buna dikkat etmesi gerektiğini savunuyorum. Gerisi kolaylıkla gelecektir.

Ermeni-Türk ilişkilerinin normalleşme süreci de bu siyasi propagandalardan kaynaklanan sorunlardan dolayı askıya alınmıştır. Her zaman gözlemliyorum, Ermenistan’da ticaretle uğraşan pek çok kişi Türkiye ile sınırların açılmasını talep ediyor.

Tam durumlar iyileşecekken, dışarıdan bir müdahaleyle normalleşme süreci askıya alınıyor ve bazı liderler aynı propagandalara sarılarak geri adım atıyor. Önemle vurguluyorum, bugün Ermenistan’ın davası Karabağ olmamalı, 1915 olmamalı. Ermenistan Azerbaycan ve Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine önem vermeli. Çünkü Ermenistan’ı güçlendirecek olan yol buradan geçer.

Minsk Grubu kurulduğundan beri Azerbaycan’a daha da uzaklaşan Ermenistan’ın Kafkasya’da tutunacağı tek dal Rusya olmamalıdır. Ermenistan Azerbaycan ve Türkiye ile işbirliği için hareket ederse gerçek bağımsızlığına sahip olacaktır.

Bir gün Ermenilerin ve Türklerin dostça yaşabileceğine inanıyor musunuz?
 

Kesinlikle. İçinde bulunduğumuz çağ, insanların kolayca iletişim kurabildiği ve dünyayı daha rahat anlayabildiği bir çağ. Dostluk için yüz yıllık bir ayrılık mı, yoksa bin yıllık bir birliktelik mi önemlidir? İki milletin aradaki sorunları kendi başlarına çözeceğine inanıyorum.

Bu konuda siz medya mensuplarına önemli görevler düşüyor. Medya, olayları halkın hafızasına yansıtan en büyük araçtır. Eğer sorunların çözülmesi ve dostluk amaçlanıyorsa, yapılan haberlerde ve yazılan yazılarda bu hassasiyete sahip olmak gerekir. Zamanında dostça yaşadıysak, bundan sonra da dostça yaşamak mümkündür. Bu irade iki millette de var. 

Konuk : Mehmet Fatih ÖZTARSU

Röportajı gerçekleştiren : Hasmik BUDAGHYAN / Sobesednik Armenii 

http://www.sobesednik.am/old_archive/index.php?option=com_content&view=article&id=41477:2010-09-26-07-41-30&catid=2938:-150&Itemid=13401

 

 

 

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download