“1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi”

1880’lerden itibaren yoğun bir şekilde dünya gündemini meşgul eden Ermeni meselesi Türkiye’yi uluslararası arenada sanık sandalyesine oturtmak için kullanılagelen en önemli araç olarak varlığını sürdürüyor. Osmanlı ardılı olarak kabul edildiği için Türkiye’nin önceki asırlara dayanan sorunlardan kurtulması kolay görünmüyor. Hukukun geriye doğru işlemeyişinden dolayı büyük sıkıntı yaşayan Ermeniler ise akla gelebilecek hemen her konuyla bu meseleyi bağdaştırarak Holokost taklitçiliğini sürdürmekte kararlı görünüyor. Türkiye’nin bu konuda öz savunma hareketleri yeterli olmadığı için Türkiye’yi haklı gören yabancıların hakkaniyetli yaklaşımları meselenin dünya tarafından doğru biçimde anlaşılmasına büyük katkı sağlayabilir. Bu sebeple, bir Fransız avukatının çarpıcı Türkiye savunmalarına dikkatle eğilmemiz gerekiyor.

Fransız avukat Georges de Maleville tarafından yazılan “1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi” adlı kitap Türkiye’nin suçlu olduğunu iddia eden çevrelere önemli cevaplar vermektedir. Belgelere dayanarak gerçekleri savunan Maleville, bir hukukçu tarafsızlığı ile meselenin ne şekilde devasa bir propaganda haline getirildiğini ve Ermenilerin çete ve terör örgütleri vasıtasıyla kandan beslenen kampanyalara destek verdiklerini ilginç ayrıntılarıyla sunuyor.

Bugün Ermeniler tarafından kutsanan ve “intikam savaşçıları” olarak anılan teröristlerin kan dökerek propaganda faaliyetlerini sürdürmesi nedense kimse tarafından eleştirilmiyor. Bu konuda, ASALA olaylarından yola çıkarak, Türklerden terör dâhil her yolla intikam almayı savunan Ermenilere Avrupa tarihinden örnekler vererek kitaba başlayan yazar şunu söylüyor: “Otuz Yıl Savaşları sırasında, İsveç ordularının yaptığı yıkım Almanya’nın güneybatı halkının üçte ikisinin ölümüne neden olmuştur. Alman teröristlerin İsveç büyükelçisini bundan sorumlu tutarak, gidip Württemberg halkının sözde hakkını aramak amacıyla, onu öldürmesi kabul edilir bir şey olur muydu acaba?” (sf.17)

Propaganda için terörizmi destekleyen Ermeni psikolojisini coğrafi, tarihi ve kültürel gerçekliklerle ele alan yazar bu konuda da önemli karşılaştırmalar yapıyor. Coğrafyanın halklar ve devletlerin kaderine olan etkisini Avrupa ve Kafkasya mukayesesiyle ele alan yazar, Avrupa’da ulus birliklerinin tamamlanışı ve Kafkasya’da halkların sürekli çatışma halinde oluşunu coğrafi özelliklerle açıklıyor: “…Coğrafya Ermenistan’a yardımcı olmamıştır…” (sf.20)Ayrıca Ermenilerde tarih boyunca gelişmemiş ulus bilincinin, devletleşme konusunda bilinçsiz hareket etmelerine yol açtığı da tarihten ilginç örneklerle ele alınıyor. (sf.23)

Bir Avrupalı olarak yazar, Ermenilerin milliyetçi tutkularla akıl almaz maceralara sürüklenmesini Yunan-Ermeni karşılaştırması ile okuyucunun ilgisine sunmaktadır. 1821’de devlet kurarken, Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Türklerle mücadeleye girerken Yunanlıların neden Ermeniler gibi tehcir edilmediğini çarpıcı şekilde ifade etmektedir. (sf.53) Bir Avrupalı hukukçunun bu karşılaştırması Ermeni meselesinin anlaşılması için büyük önem taşıyor. Ayrıca tehcir konusunda Avrupa tarihinden çarpıcı örnekler veren Maleville, Fransa-Almanya örneğini sunarken şunları söylüyor: “1939-1940 kışında, radikal sosyalist Fransız hükümeti, Ren vadisinde Majino Hattı’nın doğusunda bulunan Alsas köylerinin tüm halkını buralardan çıkartıp Fransa’nın güneybatısına, özellikle de, Dordogne’a naklettirmiştir. Almanca konuşan ve hatta kimi zaman Alman dostu olan bu halk Fransız ordusunu rahatsız ediyordu. Bu insanlar, 1945 yılına kadar, boşaltılmış ve kimi zaman yıkılmış evlerinden uzakta, güneyde kalacaklardır. Ve hiç kimse, Fransa’da, bu barbarlıktır diye bağırmamıştır…” (sf.54)

Sadece 24 Nisan sürecinde kendini savunmaya başlayan Türkiye’nin sürekli ihmal ettiği Anadolu isyanlarını detaylı verilerle anlatan yazar, Nisan 1915’te Van’da kurulan Ermeni devletinin oluşturduğu tehlikelere dikkat çekmektedir. (sf.28) İsyanlarla ilgili olarak Rusya’nın kışkırtıcı faaliyetlerine ağırlık veren Maleville, o tarihe kadarki Fransız etkisini maalesef ihmal etmektedir. Fransa’nın misyonerlik faaliyetleri ve Adana gibi illerde isyanların başlamasındaki önemli rollerine değinmemesi, Anadolu’daki yabancı etkisinin anlaşılmasını güç kılıyor.

Hukuki Açıdan Tehcir ve Geri Dönüş Kanunları

Bir hukukçu gözüyle, Moskova ve Kars Antlaşmaları’nın Ermenistan üzerindeki bağlayıcılığını da inceleyen Maleville, Lozan Antlaşması ile ilgili önemli hükümleri gün yüzüne çıkararak, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin tehcir edilen Ermeniler için o dönemde her türlü imkânı oluşturduğunu ortaya çıkarıyor. Aslında bu girişim, Türkiye’yi her türlü iftiradan ve saldırıdan koruyabilecek kıymettedir. Kitapta, Lozan’ın 31. maddesini örnek gösteren yazar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılıp başka ülke vatandaşlığına geçenler için iki yıllık geri dönüş imkânı sağladığını vurguluyor. Yani Türkiye’nin meselenin en sıcak zamanında Anadolu’dan ayrılan Ermeniler için geri dönüş hakkı sağladığını ancak buna çok az müracaat olduğu belirtiliyor. Antlaşmanın 45, 63 ve 65 nolu maddelerini de inceleyen yazar, tehcire gidenlerin mal varlıklarıyla ilgili borçların ödenmesi ile ilgili kesin hükümlerinyer aldığını belirtmektedir. Ancak karşı tarafın altmış yıl sonra her türlü hakkın temin edilmesi talebinde bulunduğunu söylemekte ve şaşkınlığını gizleyememektedir. (sf. 35-36)

Yine, bu mesele konuşulurken ele alınmayan bir konu yazar tarafından açıklanıyor: “26 Eylül 1915 tarihli ikinci bir geçici yasa, nakli yapılan kişilerin geride bıraktıkları malların mahkemelerin denetimi altında, özel bir komisyon tarafından açık artırma ile satılmasını ve elde edilen paranın onları adlarına Caisse d’Epargne Bankası’na yatırılmasını öngörmektedir…” (sf.48) Bu yönde Türk medyasında da gözden kaçan bazı açıklamalar yer alıyor. O dönem Ermenilerin mülkleri için yaptırdığı sigortaların çeşitli Avrupa ülkelerinin garantisi altında olduğu biliniyor fakat bu konunun tüm detaylarıyla gün yüzüne çıkması için araştırmalar yapılmalı. Ermeni meselesiyle ilgili gerçek dışı her türlü senaryoyu üreten ülkeler nedense sigorta konusunu dile getirilmiyor. Bu konuda Maleville, Osmanlı’nın akılcı fakat yeterli irade gösteremediği tehcir uygulaması sırasında gizli bir imha politikası yürüttüğünü iddia edenlere sayılarla cevap vermekte, 1918 yılına kadar sadece Doğu Anadolu’da masum Ermenilere zarar verenlere yönelik 1397 mahkûmiyet kararı verildiğini belirtmektedir. (sf.67)

Herhangi bir ispat bulamayıp, Almanya’nın soykırım suçuyla tehcir meselesini karşılaştırmakla yetinenlere dönemin belgeleriyle cevap veren yazar, hangi şehirde ne tür olayların ve mahkûmiyetlerin yaşandığını titizlikle sunmaktadır. Her türlü savunma ve ispata rağmen Osmanlı’nın uyguladığı tehcir politikasının dünya basınındaki yansımalarını örnek veren Ermenilere ise kendi ülkesi Fransa’nın abartılı propagandasını şu şekilde sunmakta: “…[Dünya savaşı döneminde] Yarı resmi Fransız broşürlerinin, Alman askerlerinin küçük çocukları ateşte kızartıp daha sonra yemek üzere kasaturalarına geçirdiklerinin anlatıldığı devirdi. Ve kamuoyu buna inanıyordu!” (sf.58)

Malta Mahkemesiyle Kapanan “Soykırım” Dosyası

Kendi soydaşı olan ve Osmanlı’yı Naziler’le bir tutan Yves Ternon gibi isimleri sıkça eleştiren Maleville, İttihat ve Terakki’nin bariz bir şekilde tüm şehirlerdeki nakil olaylarına yönelik açık iletişim sağladığını ve tüm belgelerin ortada olduğunun altını çizmektedir. İşi Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlamaya çalışan çevreleri ise belgelerle ispata davet etmektedir.(sf.73) Aynen Ermeni isyanlarını ve terör eylemlerini tarihi belgelerle ispata davet eden karşı tarafın isteği gibi…

29 Temmuz 1921 tarihli, İngiltere Kraliyet savcısının şu sözlerine yer veren yazar, ilgili dönemin mahkemesinin verdiği kararı dikkatle ele almakta: “Şimdiye kadar, tutuklulara karşı suç kanıtlarının doğruluğunu gösteren hiçbir belge elde edilememiştir ve böyle kanıtların bulunabileceği pek de kesin değildir.” (sf.77) Yani tehcir süreci sıcağı sıcağı yaşanmışken, olayların görgü şahitleri yaşıyorken, Osmanlı yenilmişken İngilizlerin Malta’ya sürdüğü “sorumlular”, iddia edilen soykırıma yönelik hiçbir kanıta ulaşamamış ve dava düşmüştür. Ancak karşı taraf nedense bunu da kabul etmemektedir. Herhalde İngilizler Osmanlı’dan yana tavır gösterip, Osmanlı yandaşlığı yapacak değildir. Bunu zaten Ermeniler de bu şekilde ifade etmiyor.

İncelenen tarihlerden uzun yıllar sonra, 1970’lerde birden bire başlayan ASALA terör hareketlerini ise eski Hınçak ve Taşnak geleneğine bağlayan yazar, ilginç bir yöntemin varlığından da bizleri haberdar etmektedir. Rus nihilistlerinin Çar II. Aleksandr’a düzenledikleri suikasttan beri, terör eylemlerini haklı göstermek için kurdukları sözde mahkemeler ve buradaki vicdan aklamalarını örnek olarak gösteren Maleville, yeni nesil Ermeni teröristlerin de bu yönteme başvurduğunu açıklıyor. ASALA eylemleriyle dünyaya yeniden Ermeni meselesini duyuran terör eylemleri sonucunda, 1979’da Bologna’da ve 1984’de Sorbonne’da aynı tür mahkemelerin kurulduğu ifade ediliyor. (sf.107) Yazar burada, Türk tarihçilerinin gözden kaçırdığı önemli konulardan birisi olan, terörist psikolojisi ve terör eylemlerinin vicdani aklanması yönündeki hususları ısrarla okuyucuya sunuyor. Nitekim benzeri bir girişimi Nemesis Operasyonu sürecinde de görebiliriz.

Kitabın son kısımlarında, bu “vicdani mahkemeler”le dünyanın ilgisini farklı biçimde üzerine toplayan Ermenilerin uluslararası arenadaki zaferlerini Kıbrıs sorunu, Yunanistan’la yaşanan sürtüşmeler ve Kürt meselesi gibi konularla zaten sıkıştırılan Türkiye’yi Avrupa Parlamentosu ve Birleşmiş Milletler nezdinde de baskı altına alarak pekiştirdiğini dile getiriyor. (sf.115)Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda istenmeyen adam olarak görülmesine de etki gösteren bu girişimlerden kurtulmanın yollarını sunan yazar, AP ve BM nezdinde Türkiye’nin elinin daha güçlü olduğunu hukuki boyutlarıyla ispatlamaktadır.

Türkiye’nin 1915 ve öncesine yönelik olarak hüküm giymesinin temelsiz ve mantıksız bir durum olduğu tüm açıklığıyla ortada olmasına rağmen, yeterli savunmanın yapılmaması dünya kamuoyunun da eksik bilgilendirilmesine yol açıyor. Özellikle Batılı ülkelerden meseleye hassasiyetle yaklaşıp hakkı savunan araştırmacıların destekleriyle hem hukuki hem tarihi hem de vicdani olarak önemli dayanaklara sahip olmak mümkün. Ermeni meselesini kışkırtan büyük güçler arasında Fransa’nın rolüne diğerlerine nazaran daha az değinen Maleville, işin hukuki boyutu kısmında çok daha cesur davranmakta ve Türkiye’nin haklı konumunu ispata çalışmaktadır.Georges de Maleville o hakkaniyetli araştırmacılardan birisi olarak Türkiye’yi bu konuda destekleyen önemli bir açılım yapmış bulunuyor.

Mehmet Fatih ÖZTARSU/Beyaz Tarih

You can leave a response, or trackback from your own site.

Leave a Reply

Powered by WordPress | Designed by: Free Web Space | Thanks to Best CD Rates, Boat Insurance and software download